|
|
|
|
misir MISIR medeniyeti tarihi tanrilari piramitleri nil ramses tutankamonun laneti gizem sir |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
MISIR UYGARLIGI
Mısır Uygarlığı
Kuzey Afrika'da Nil Nehri ve etrafında kurulmuş olan bir medeniyettir. Etrafının çöl ve denizlerle kaplı olması, diğer medeniyetlerle etkileşiminin daha az olmasına sebep olmuştur. Bu yüzden Mısır Medeniyeti, kendine özgü bir medeniyettir.
Önceleri "nom" adı verilen şehir devletleri varken, M.Ö. 4,000'de Kral Menes'in başa geçmesiyle merkezi krallık haline gelmiştir. Kral Menes'le firavunlar devri başlar. Mısır krallarına "firavun" denirdi. Firavunlar, dini ve siyasi otoriteyi kendilerinde toplamışlardı. Kendilerini Tanrı olarak ilan etmişlerdi.
Mısır'daki tanrı kral anlayışı, Mezopotamya'da ise rahip kral anlayışının egemen oluşu, hem Mısır hem de Mezopotamya'da laik olmayan yönetim anlayışını yansıtmaktadır. Dinleri çok tanrılıdır. Tanrılarını, insan veya hayvan şeklinde tasfir etmişlerdir.
Firavunlar için piramitler yapmışlar, ölülerini mumyalamışlardır. Bu durum, öldükten sonra dirilme inancının olduğunu göstermektedir. Halk mezarlarına ise labirent denilirdi.
M.Ö. 525'te Persler ve M.Ö. 333'te de Büyük İskender tarafından işgal edilmiştir. Büyük İskender'in istilası ile Yunan ve Mısır Medeniyetleri birbirini etkilemişlerdir. M.Ö. 1280'de Hititlerle Kadeş Antlaşması'nı imzaladılar.
Kendilerine özgü hiyeroglif (kutsal resim yazısı) yazısını kullanmışlardır. Yazılarını "papirüs" adı verilen bitki yapraklarına yazmışlardır. Eczacılık, kimya ve tıpta gelişmişlerdir. Matematikte "pi" sayısını bulmuş ve astronomide gelişmişlerdir.
Rasathaneler kurmuşlar ve Nil Nehri'nin taşma sürelerini hesaplamışlardı. Güneş yılı esasına dayalı ilk takvimi Mısırlılar yapmışlardır. Romalılar, Mısır'dan aldıkları bu takvimi geliştirerek bugün kullandığımız Miladi takvimi oluşturdular. Mısır ekonomisi tarım, ticaret ve madenciliğe dayanıyordu.
Uygar toplum biçimlerinin İ.Ö. 2500 dolaylarından önceki dönemde yayılması son derece özel coğrafya koşullarını gerektirdi. Uygar zanaat ve bilgi düzeylerine ulaşmak için gerekli olan uzmanlar ordusu, yalnızca sulama yapılabilen ırmak vadilerinde, o tarihlerde bilinen tekniklerle beslenebilirdi. Sümer'e oldukça yakın çevrelerde bulunan birkaç küçük ırmak, bu özel koşulları yerine getirdi.
Örneğin Ürdün Irmağı ve bugün denize yakın bir yerde Dicle'ye karışan, ama eski zamanlarda doğrudan Basra Körfezi'ne akan Karun Irmağı kıyıları boyunca çok eski kentlerin doğduğu görüldü. Arkeologların ilerde başka yerlerde bunlara benzeyen öteki kentleri de gün ışığına çıkarmaları olasılığı var. Ancak bu ırmak vadileri, büyük toplumların ülkeleri haline gelme yolunda, Sümer'le ya da Nil ve İndüs vadilerinde birbiri ardı sıra ortaya çıkmakta olan öteki eski uygarlıklarla karşılaştırılamayacak kadar küçük yerlerdi.
1930'lara kadar Mısır'ın yeryüzünün en eski uygarlığı olduğuna inanıldı. Fakat günümüzün Mısırbilimcileri, eskiliği ilk olarak 1920'lerde ortaya çıkarılan Sümer'in Mısır uygarlığından önce doğduğu konusunda görüş birliği içindeler. Yukarı Mısır'la Aşağı Mısır'ın Kral Menes yönetiminde birleştirilmesi, Mısır tarihinin geleneksel başlangıç noktası olarak alınır. Bu birleşmenin gerçekleştiği İ.Ö. 2850 dolaylarında, Sümer kentleri birkaç yüz yıllık gelişme dönemlerini geride bırakmıştı bile.
Sümer'in Mısır uygarlığının gelişmesinin ilk evreleri üzerindeki etkilerinin, küçük, fakat şaşmaz izleri saptanmıştır. Bu nedenle, Basra Körfezi'nin başından yola çıkan denizcilerin, Arabistan kıyılarını dolaşıp Kızıldeniz'e ulaşmaları ve burada dar Nil Vadisi'nde oturan halklarla karşılaşmaları olası görünüyor. Sümerlilerin o tarihlerde bildikleri tekniklerin ve düşüncelerin, aşağı Dicle-Fırat bölgesindeki çevreye benzer bir çevre içinde yaşayan eski Mısırlılar için özel bir önemi vardı. Menes'in yaşadığı tarihlerde Mezopotamya'da sulama, metalürji, yazı, saban, tekerlekli araçlar ve anıtsal yapılar ortaya çıkmış bulunuyordu. Bunların hepsi, son derece hızlı bir öykünme ve uyarlanma süreciyle, Mısırlıların yararlanacakları biçime sokuldu.
Mısır'ın siyasal birliğinin gerçekleşmesi, Sümer araç takımının içindeki öğelerden Mısır yerel gelenekleriyle ya da coğrafya koşullarıyla uyuşmayanların bir yana bırakılarak, Mısır'a uygun görülenlerin hızla benimsenmesi sürecini daha ileri noktalara taşıdı. Bir başka deyişle, Mısır uygarlığı, kendine özgü biçem (üslup) birliğiyle ve kurumsal yapısıyla, hızla ortaya çıktı. Mısırlıların Sümer deneyiminden yararlanabilmelerinin sağladığı üstünlükle, Mezopotamya'da bin yıl ya da daha uzun bir sürede olanların Mısır'da gerçekleştirilebilmesi için bunun yarısı kadar az bir süre yetti.
Mısır ve Sümer toplumsal yapıları arasındaki önemli farklılıklar, Mısır uygarlığını hem daha yetkin hem daha dayanıksız kılan farklılıklardı. Mısır'da her şey tanrı-kralın yani Firavun'un sarayı çevresinde odaklaştı. Sümer'de, tanrıların, gereksinimleri, karakter özellikleri ve davranışları bakımından insanlara benzedikleri sanılmakla birlikte, göze görünmez olduklarına inanılmıştı. Mısırlılar ise, krallarının bir tanrı olduğunu ilan ettiler.
Kendisi ölümsüz olduğu gibi, öteki insanlara da ölümsüzlük bağışlayabilirdi. Bu inancın altında Firavun'a boyun eğilmesini sağlayacak güçlü bir güdüleme yatar. Çünkü değerbilir bir tanrı-kraldan, bu dünyada kendisine iyi hizmet etmiş olanları, kendi tanrısal ölümsüzlüğü sırasında sadık hizmetçileri olarak yanında bulunmalarına izin vererek ödüllendirmesi umulabilir. Öte yandan Firavun'a karşı çıkmanın cezası öteki dünya yaşamına ilişkin tüm umutların yitirilmesi anlamına gelecektir.
Kısa bilgiler...
- Mısır'daki ilk piramit firavun Djoser'e aittir ve 7 basamaktan oluştuğu içi diğer piramitlerden farklıdır.
- Piramitlerin ilk mimarı İmhotep'tir. Sonradan tanrılaştırılmıştır.
- Mısırlılar hiyeroglifleri resmederken timsah, su aygırı gibi zarar verebilecek hayvan sembollerini canlanmasınlar diye ortadan bölerek resmederlermiş. Çünkü bu kutsal hayvan sembollerinin ruhu olduğuna inanırlarmış.
- Firavunun mezar odasında bulunan heykelinin yüzüne yılda sadece 2 defa ışık gelir. Firavunun tahta çıktığı ve öldüğü gün.
- Firavunun ruhu atalarının yanına, yıldızlara gitsin diye mezar odasının tavanına yıldızların izdişümüne denk gelen ufak havalandırma kanalları koymuşlardır.
- İlk kadın firavun Hatşepsut'tur.
- Mısır tarihinde ilk tektanrılı dini getirmeye çalışan firavun Amenofis IV, sonraki adıyla Akhenaton'dur. Aten dinini tek din olarak kabul ettirmeye çalışmış ama öldükten sonra halk rahiplerin de etkisiyle eski dinlere dönmeye başlamıştır.
- Mısır ülkesinin Mısır dilindeki adı "Kemset"tir.
- Mısırlılar bugün Sothis adıyla bilinen yıldızı bulmuşlar ve Sokaris adını vererek tanrılaştırmışlardır.
- Firavunların tahta ilk çıktıkları zaman yaptıkları iş kendi piramitlerinin inşaatını başlatmakmış çünkü bir piramitin inşaatı 20 yıl kadar sürüyormuş.
Mısır'ın Ölüler Kitabı
Ölüler Kitabı ve ötesi...
Eski Mısır’da ölüm ve ötesiyle ilgili kaynaklar Piramit ve Tabut yazıtlarıdır, bütün bunlar "Ölüler Kitabı" denen ölüm, ölüme geçiş ve ölümden sonra yasamla ilgili kuralları ve düzeni anlatan bütün bir bilgi veya inanç sisteminin parçalarıdırlar. Mısırlılar ölümden sonra yeniden dirileceklerine inanırlardı, Osiris'in yeniden doğması ve onun kişiliğinde simgelenen KIŞ ve BAHAR örneklerindeki gibi. İnsan beden ve ruhtan oluşuyordu, her ikisi de ölümden sonra ebedi olarak kalabilirdi, yeter ki ölümden sonra insan Osiris'in önünde günahlarını bağışlatsın ve saf olarak cennette kalabilsin. Osiris, insanin kalbini bir tüy ile tartarak samimiyetini ölçerdi, eğer ölü insan bu ölçümde başarısız olursa aç, susuz ve güneşsiz olarak ebediyen mezarında kalırdı. Osiris'in sınavlarından başarıyla geçebilmek için bazı yöntemler uygulanırdı, örneğin mezarlara yiyecek ve tanrıları sevindirecek tılsımlar konurdu. Ayrıca, balık, yılan, hamamböceği gibi böcekler rahipler tarafından kutsanarak ölüye yardımcı olurlardı. Ama en önemlisi, "Ölüler Kitabı"nın satın alınıp mezara konmasıydı. "Ölüler Kitabı" ölüm rahiplerinin yazdıkları dua ve yöntemlerle, Osiris'i sakinleştirecek ve hatta aldatacak önerilerle doluydu. "Ölüler Kitabı" örneklerinden yüzlercesi papirüs rulolar halinde mezarlardan çıkarılmıştır ve en eskileri Piramitler Dönemi'ne aittir, yani M.Ö. 2500'lere. Mısır inançlarına göre tüm bilgiler veya bilim bilge tanrı ve yazman Toth tarafından yazılmıştır. Bugün dahi bazı mistik pagan çevreler Tarot Kartları’nın kökeninin Toth kültünden kaynaklandığına inanırlar.
MISIR TARİHİ
Yontmataş devrinde Mısır, tropikal bir iklimin etkisindeydi ve bu iklime uygun bitki örtüsüyle kaplıydı. Konutlar henüz vadinin üstündeydi, baslica insan etkinlikleriniyse, avcilik ve balikçilik olusturuyordu. Yontmatas devri sonunda, bütün Afrika'da bir kaya sanati gelisti, Yukari Misir'daki kayalar ve magara duvarlari, hayvan resimleri, av sahneleri ve gemicilikle ilgili çesitli görüntülerle süslendi. Cilalitas devri baslarinda, Nil vadisinin cografi olusumu tamamlandi ve Sahra'da yasayan, av köpegi bakicilari, Paleoafrikali sigitmaçlar ve Nilot kökenli balikçilar yeni tekniklerden yararlanmaya basladilar; yavas yavas tahil tarimi, keten ekimi ve dokumaciligi, hasir isçiligi ve çömlekçilik gelismeye basladi. Köylerin eski görünümleri degisti, sazdan kulübelerin yerini kerpicten evler aldi.
4000 yılına doğru benimsenen teknikler giderek yetkinleştirildi (çakmaktasi ve bakir ayni zamanda kullanildi), bunun yani sira fildisi isçiligi ortaya çikti, küçük heykellerin yapimina girişildi.Iki uygarlik merkezi birbirine kosut olarakdüzenlendi: Kuzeyde basina kirmizi bir taç giyen ve Osiris tarafindan korunun kral, bati ve dogu eyaletlerini (ya da nomos) yönetiyordu; güneyde bulunan bir baska kral da basina beyaz bir taç takiyor ve tanri Sethi tarafindan korunuyordu; güney eyaletlerinin egemenligiyse onun elinde bulunuyordu.
Eski Misir yaklasik üç binyil varligini sürdürdükten sonra, I.S. 395'te Bizans egemenligi altina girerek Hiristiyanligi yada Kiptiligi benimsedi ama Hiristiyanlar ve Araplar, bu son derece gelismis uygarligin izlerini silemediler.
I.S.VI. yy'da imparator Iustinianos, Philai'deki Isis Tapinagi'ni (Hiristiyan misir'daki son pagan merkezi) kapattirinca, dünyanin en eski uyarligi sayilan bu uygarligin üstüne bütün kapilar kapanmis oldu.
Daha sonra Fransiz Jean-François Champollion'un hiyeroglif yazilarini incelemesi ve dolayisiyla o tarihe kadar karanlikta kalmis birçok soruya isik tutmasi sonucunda Eski Misir uygarligiyla ilgili pek çok sey ögrenildi.
XIX. yy'a kadar, Misir tarihi Eski Yunan yazarlarinin, özellikle de Herodotos, Sicilyali Diodoros ve Stranbon'un yazdiklarindan ögreniliyordu; ayrica Misirli rahip Manethon'un Aigyptiake adli yapitindan da yararlaniliyordu; Manethon bir Misir tarihi yazmaya girismis ve Misir firavunlarini 31 sülalede toplayarak bir firavunlar listesi yapmaya çalismistir.Bu bölümleme modern bilinler tarafindan her zaman kullanilmistir.Günümüzde Eski Misir bilimi (ejiptoloji) henüz çok yeni bir bilim dalidir, ama inceledigi yazitlar ve arkeoloji gereçleri o kadar zengin ve o kadar çesitlidir ki, daha simdiden Tarihöncesi dönemden Hiristiyanlik dönemine kadar Eski Misir uygarliginin ve tarihinin ana hatlari çizilebilir, en özgün yanlari belirtilebilir.I.Ö. 3000'e dogru, Misir'in yazili tarihinin basladigi siralarda, uyarligin bütün ögeleri bir araya toplanmisti: Ülke Nil'in suladigi bir toprak seridi üstüne kurulmustu ve irmagin taskin sulariyla besleniyordu; günes her gün isiklariyla çevreye iyilik saçiyor, Afrika kökenli beyaz halk sulama kanallarinin bakimiyla ugrasiyor ve huzurunu saglayan dogal ögelere tapiyordu.Misir halki daha tarihsel döneminin baslangiç yillarinda kendine özgü bir dinginlik edinmisti; bu durum biraz da siyasal sistem, dinsel özellikler, dil ve yaziyi koruma kaygisindan kaynaklaniyordu.Eski Misir yalnizca, sasmaz ve düzenli bir firavunlar dizisi degil, ama eksiksiz bir uygarligin serüveni görünümünü tasiyordu.
ESKi MISIR TANRILARI
-
Aker: “IGICI”. Güneşi ayarlamak ve yükseltmekten sorumludur.
Amon: “Gizli biri”. Tanrıların Theban Kralidir.
- Ammut: “Ölü Yutucu”. Ölümsüz yaşama layik olmayanın kalbini yiyen canavar.
- Anqet: “Kucaklama”. Elephantine’nin su Tanrıçası.
- Anubis: “Kral çocuk”. Mumyalamanın çakal başlı Tanrıçası.
- Apep: Güneşi yok etmek için günlük deneme yapan yılan.
- Aten: Güneş Diski.
- Atum: Re’nin bir formu. Güneşi ayarlayan bir Tanrı.
- Bastet : Ev ve Güneş ışığının kedi Tanrıçası.
- Bes: Müzik, dans ve savaşın cüce Tanrıçası.
- Buto: Aşağı Mısır’ın kobra Tanrıçası.
- Duamutef: Horus’un oğullarından biri. Ölünün midesinde korunmuştur.
- Geb: Gökyüzünün eşi ve dünyanın Tanrısıdır.
- Hapi: Nil’in Tanrısıdırr.
- Hapy: Horus’un oğullarından biri. Ölünün akciğerlerinde korunmaktadir.
- Hathor: Aşk, müzik ve kadının inek Tanrıçası.
- Horus: Firavunların ve Güneşin şahin Tanrısı.
- Imhotep: Djoser’in veziri, sonra Ptah’ın oğlu gibi ibadet edilmiştir.
- Imsety: Horus’un oğullarından biri. Ölünün karaciğerinde korunmuştur.
- Isis: Osiris’in dulluğunun ve şiirin Tanrıçası.
- Khonsu: Ay’ın Theban Tanrısı.
- Khepare: Yükselen Güneşin böcek Tanrısı.
- Khnemu: Su baskını ve Nil’in iri Tanrısı.
- Ma’at: Gerçek ve hukukun Tanriçesi.
- Mefetseger: Krallar Vadisi’nin Tanrıçası.
- Min: Erkek bereket Tanrısı.
- Montu: Mısırlı savaş Tanrısı.
- Mut: Amon’un eşi ve Theban’ın ana Tanrıçası.
- Nefertem: Nilüfer çiçeğinin Memphis Tanrıçası.
- Neith: Savaş ve dokuma Tanrıçası.
- Nekhebet: Yukarı Mısır’daki Akbaba Tanrıçası.
- Nephthys: Seth’in eşi ve Isis’in kız kardesi.
- Nut: Osiris ve Isis’in annesi ve gökyüzü Tanrıçası.
- Nun: İlk suların Tanrısı.
- Onuris: Savaşçi ve Abidos’un gökyüzü Tanrısı.
- Osiris: Seth tarafından öldürüldü, yaşamdan sonrası ve tarım Tanrısı.
- Ptah: Memphis’in mumya yaratma Tanrısı.
- Qebehsenuef: Horus’un oğullarından biri. Ölünün bağırsaklarında korunur.
- Qetesh: Semetik doğa Tanrıçası.
- Ra: Güneş Tanrısı.
- Satet: Nil suyu ve bereket Tanrıçası.
- Sekhmet: Yıkım ve savaşin dişi aslan Tanrıçası.
- Selket: Büyünün akrep Tanrıçası.
- Serapis: Ahiret ve Güneşin Helenistik Tanrısı.
- Seshat: Ölçüm ve yazma Tanrıçası.
- Seth: Osiris’in erkek kardeşi tarafından öldürüldü. Fırtına, gök ve gürültü Tanrısı.
- Shu: Mut ve Geb’in babası. Hava Tanrısı.
- Sobek: Timsahlar Tanrısı.
- Tauret: Kadın doğumunun hipopotam Tanrıçası.
- Tefnut: Nut ve Geb’in annesi. Yağmur ve nem Tanrıçası.
- Thoth: Yazma akıl ve ay Tanrsı
ESKİ MISIR TAPINAKLARI
Bir Mısır tapınağı genel ibadetin bir yeri değildir. Eski Misir Tapinagi doğal, metafizikseldi. Bu da evren, toprak ve insanin yararı incelendi. Akademisyenler ve turistler incelediği bir sanat galerisi olarak planlanmadi. Yıllık festivalde Eski Misir halkina sadece bir kısmı açıldı.
Bu yüzden her Eski Mısır tapınağı güzel bir yerdir. Diğerlerinden daha ilginçtir ve daha önemli tapınak yoktur. Hepsi eşit önemdedir.
Tapinaklarin duvarlarindaki yazitlarda amacını ve anlamlari bilmiyoruz. Bu gibi tapinaklar yillar sonra halka açıldı.
Ptolemic tapinaklar, genellikle orijinal Misir stilinden farkli bir stile sahiptirler. Ptolemic tapinaklarin bazi özellikleri şunlardır:
Bu tip tapınaklarda güzel yontulmuş heykeller vardır fakat fazla ilham vermez.
Kadin çok güzel görünümlü ama kaba bir yolda zarif Misir kadin stilinden farklidir.
Tapınağın Planı
Bir tapınağın alışılmamış dizaynı ve yerinin seçimi,ekonomik durumunun öncelerin üzerine dayanmamistir.Tapinaklar ardarda gelen krallar tarafindan uzun yillarca insa edilirler.
Genelde, Misir Tapinagi çamur taşli ağır bir duvarla çevrilmistir. Tapinaktaki bu duvarin etrafi, sembolik olarak kaosun şahinlerinin kurdugu sekilde izole edildi. Tuğla duvar kendisini akan dalgalara set yapti, sembolik olarak ilkel sular yaratmanin ilk asamasi temsil edilir.
Tapinagin duvarlari disinda papazlarin konutlari, atölyeler, sandik odalari ve diger yardimci yapilar vardir.
Duvarlardaki Sembollerin İfadelerİ
Biz hayatimizda her seyi sembollerle ifade ederiz. Duvarlardaki yazilar ve işaretler 3000 yıl önce yaşayan insanlarin anlayacağı halde sembolize edilmiştir. Bazi duvarlardaki sembolizmler sunlardir:
Tapinagin dıs duvarlarindaki ve dış avlusundaki duvarlarindaki sahne; ışığın şahinlerle savaşını gösterir. Kral tarafindan temsil edilir. Karanlik şahin yabancı düşmanlari temsil eder.
Önemli Bazi Tapinaklar
- KARNAK Tapnağı
- KOMOMBO Tapnağı
- LUXOR Tapnağı
- PHILAE Tapnağı
- DENDERA Tapnağı
- RAMSES III Tapnağı
Taş Devri'nin başlangıç döneminde, Nil Irmağı kıyılannda avcılık ve balıkçılık yapan insanlar yaşıyordu. O zamanlar, Nil'in dar ve bataklık vadisi ağaçlar, sazlar, kamış benzeri uzun saplı bir bitki olan papirüslerle örtülüydü. Binlerce yıllık bir aradan sonra Cilalı Taş Devri (Neolitik Çağ) insanları yavaş yavaş bataklıkları kuruttular ve köyler kurdular. Tarım yapmayı, dokumacılığı, hayvanları evcilleştirmeyi, çanak çömlek üretmeyi öğrendiler. Daha sonraları, güneşte pişmiş tuğlalardan evler ve cam yaptılar, topraklarını suladılar, bakırı işlediler. Yıllar yılı yağmur yüzü görmeyen, Akdeniz kıyılarından uzak bu topraklardaki insanlar için Nil'in yaşamsal bir önemi vardı. Nil yönünü değiştirdiğinde bu uygarlık yok oldu. Arkeologlar eski ırmak yatağının kıyısındaki çöllerde bu insanların mezarlarını buldular.
İlk yazılı kayıtlar, Mısır topraklarının Kral Menes'in yönetiminde birleştirildiği İÖ 3100'e kadar uzanır. (Menes, Yunanca yazan eski tarihçilerin kullandığı addır. Bu kralın Mısır yazmalarında Narmer adıyla geçtiği sanılmaktadır.) Menes, Nil'e bir kanalla bağlanıp tarıma elverişli duruma getirilen başkent Menfis'i kurmuştur. "Beyaz duvarlı Menfis" 1.000 yıl boyunca başkent olarak kaldı. Kalıntıları bugünkü Kahire kenti yakınlarındadır.
Yunanca yazan Mısırlı tarihçi Manethon, Mısır'ı yönetenleri 30 hanedan ya da aileye ayırmıştır. Günümüzde Eski Mısır yazısı ve tarihini inceleyen bilim adamları, Eski, Orta ve Yeni Krallıklar olarak adlandırdıkları dönemleri Eski Mısır uygarlığının en parlak çağları olarak değerlendirirler. İÖ 3100'deki başlangıcından İÖ 30'da Roma İmparatorlu-ğu'nun bir parçası oluncaya kadar, Mısır uygarlığının belirleyici özellikleri değişmeden kalmıştır.
Arkeologlar, 1. ve 2. hanedan krallarının Menfis yakınlarındaki Sakkara'da mı, yoksa Nil'in kaynağına daha yakın olan Abydos'da mı gömülü olduklarını kesin olarak saptayamamışlardır. Her iki yerde de benzer mezarlar bulunmuştur. Yağmalandıkları ve yakıldıkları için kral mezarlarının hangi bölgede yer aldığını saptamak çok güçtür. Mastaba denilen kenarları eğimli bu ilk kral mezarları, kayalarda açılan çukurların üstü çamurdan tuğlalarla örtülerek yapılırdı. Asıl mezar odası, zeytinyağı, şarap, bira ve çeşitli yiyecekler, ev eşyaları, bakır araçlar, taş ve çömlek vazolarla donatılmış odalarla çevrelenmişti. Bunlardan geriye pek bir şey kalmamış olsa da, Eski Mısırlılar'ın ileri bir uygarlığa ulaştıklarını gösteren yeteri kadar kalıntı vardır. Bir soylunun Sakkara'daki mezarında arpa lapası, bıldırcın, böbrek, güvercin yahnisi, balık, sığır eti, ekmek ve incirlerle dolu zengin bir sofra bulunmuştur.
3. hanedanın ikinci kralı Zoser, Sakkara' da ilk kez tümü taştan, basamaklı bir piramit yaptırdı. Planını veziri İmhotep'in yaptığı altı basamaklı piramit başlangıçta mastaba olarak düşünülmüştü. Piramitin altında Assuan graniti ile kaplı bir mezar odası vardı. Burası da, Zoser'in ailesinden kişilerin gömüldüğü mezar odaları ve galerilerle çevriliydi. Duvarları mavi çinilerle kaplı bu galerilerde çok sayıda taştan vazo bulundu.
Mısır'daki en ünlü kalıntılar, Gize'de 4. hanedan döneminden kalma Keops, Kefren ve Mikerinos'un piramitleridir. Bu piramitler Dünyanın Yedi Harikası arasında yer alır. İkinci piramidin yakınlarında, kayadan oyma, yüzü Kral Kefren'in yüzüne benzeyen aslan gövdeli sfenks bulunmaktadır
İlk Mısır yazısı, hiyeroglif denen bir tür resimyazıydı. Hiyeroglif sözcüğü kutsal oymalar anlamına gelir . Mezarların ve tapınakların duvarlarına oyulan bu yazılar özenle kırmızı, sarı, yeşil, siyah ve maviye boyanırdı. Yazarken çok zaman almasına karşın, Mısırlılar bu yazıyı resmi belgelerinde kullanmayı sürdürdüler. Eski Kralhk'ta hiyerogliften türetilen ama daha akıcı bir yazı biçimi olan hiyeratik kullanılmaya başlandı. Akıcı olması nedeniyle, hiyeratik papirüs üzerine kamış kalem ve mürekkeple yazılabiliyordu. Orta ve Yeni krallıklar döneminde geliştirilen bu yazıyı daha çok rahipler dinsel yazılarda kullandı. Demotik (halka ait) adı verilen bir başka yazı biçimi de, İÖ 7. yüzyılın başında 25. hanedan döneminde ortaya çıktı. Ptolemaioslar ve Romalılar dönemi boyunca Mısır yazısını 19. yüzyılın başlarında, İngiliz Thomas Young ile Fransız Jean François Champollion çözdü. Aynı metnin hiyeroglif, demotik ve Yunan alfabesiyle yazılmış olduğu Rosetta Taşı bu gizin çözülmesini sağladı. (Bu taş günümüzde British Museum'da bulunUktadır.6. hanedanın son yıllarında, II. Pepi (Ne-ferkare) döneminin ardından Mısır yabancıların istilaları ve iç savaşlar sonucu yaklaşık İÖ 2200'lerde tam bir çöküş devri yaşadı.İÖ 2040'ta başlayan Orta Krallık'la birlikte yeniden canlanan Mısır, topraklarını Nübye (bugünkü Sudan), Suriye ve Filistin'i de içine alacak biçimde genişletti. Artık, başkent yukarı Mısır'da Nil Irmağı'nın kıyısındaki Teb kentiydi. Sanat ve mimarlığın en ileri örneklerinin yaratıldığı bu dönemden günümüze çok az sayıda yapıt kalmıştır. 12. hanedan krallarından III. Amenemhet'in gömüldüğü tapınak olan Labirent, Eski Yunanlılar'ca bir dünya harikası olarak nitelendirilmişti.İmparatorluğun Çöküşü 19. hanedan dönemi boyunca da güçlü krallar imparatorluğu korudular. II. Ramses büyük bir yapım programını gerçekleştirdi. İÖ 1200'lerde Deniz Kavimleri'nin akınları imparatorluğun çöküşünü hazırladı. III. Ramses yönetimindeki Mısırlılar, Deniz Kavimleri'ne karşı verdikleri üç büyük deniz savaşını ka-zandılarsa da, bir daha kendilerini toparlayamadılar.
Asya'daki egemenliklerini yitirdiler. O sıralarda daha yeni kullanılmaya başlanan bir metal olan demirin elde edildiği kaynakların denetimini ellerinden kaçırdılar. Teb yakınlarındaki Ramses Tapınağı'nın duvarlarında, tarihte ilk kez resmi yapılan bu deniz savaşından sahneler yer almaktadır. III. Ramses öldürüldükten sonra yerine geçen krallar Mısır'ı yönetmekte başarılı olamadılar. Sonunda Mısır kuzey ve güney olarak ikiye bölündü, ayaklanmalar ve kargaşa tüm ülkeye yayıldı. Başkent, Teb'den Nil deltası üzerinde kurulu olan Tanis'e, daha sonra da Sais'e taşındı.Mısır'a saldıran Asurlular Menfis kentini ele geçirdiler. Menfis'i ve Teb'i yağmaladılar (İÖ 671-663). Sonunda Mısır İÖ 525'te Pers
İmparatorluğu'nun bir eyaleti oldu. Bu dönemde Mısır'ın başında bir Persli bulunuyordu ve Pers parası kullanılıyordu. İÖ 332'de III. Darius komutasındaki Pers ordusunu bozguna uğratan Makedonyalı Büyük İskender Mısır'ı işgal etti ve genarallerinden Ptole-maios'u vali olarak atadı. Büyük İskender İÖ 323'te öldüğünde, Mısır'ı aldıktan sonra kurduğu İskenderiye kentine gömüldü.
İskender'in generali I. Ptolemaios Mısır'da 300 yıl boyunca hüküm süren bir hanedanın kurucusu oldu. Mısır yeniden zenginleşti ve gelişti. Ne var ki, Ptolemaioslar yabancı oldukları ve savaş harcamalarını ağır vergiler koyarak halka ödettikleri için pek sevilmiyorlardı.
Ptolemaioslar döneminde Dünyanın Yedi Harikası arasında sayılan İskenderiye Feneri yapıldı. Yunanca konuşulan tüm ülkelerden araştırma için gelen bilim adamları ile filozofların çalıştıkları görkemli bir kitaplığı olan Mouseion ya da akademi yine bu dönemde İskenderiye'de kuruldu. Bugün Eski Yunan düşüncesi üstüne bildiklerimizin çoğunu bu araştırmacılara ve tüm Mısır'ın her yanına yayılmış Yunan papirüslerine borçluyuz.Ptolemaioslar'ın sonuncusu, Augustus Caesar'a karşı Marcus Antonius'u destekleyen ve Aktium deniz savaşında donanmasının bozguna uğratılmasından sonra intihar eden Kleopatra'ydı İÖ 30'da Mısır bağımsızlığını yitirdi ve Roma İmparatorluğu' nun bir parçası oldu
Eski Mısırlılar çok yaratıcı insanlardı. Piramitler gibi dev yapıları yapabilecek mühendislik bilgisine sahiptiler. O dönemde makaranın daha bulunmamış olmasına karşın kızaklar, silindirler ve kurdukları rampaların yardımıyla büyük kütleleri taşıyabiliyorlardı. 2. hanedan döneminden başlayarak bilinen tekerlekten ancak Yeni Kralhk'ın başlangıç yıllarında yararlanılmaya başlandı. Mısır tarihi boyunca Nil başlıca ulaşım yolu oldu. Yıldızları gözleyen Mısırlılar, Ay'ın durumuna ve Güneş sistemine bakarak takvimler oluşturdular. Nil'in taşma zamanlarını göz önüne alarak, karmaşık bir sulama sistemi geliştirdiler. Tahıllarını depoladılar. Eski Krallık, Mısır'ın ilerde de sürdüreceği yaşam biçiminin belirlendiği bir barış ve gelişme dönemiydi.
Kuru bir iklimi olan Mısır'da, başka bir yerde kısa sürede bozulacak olan giyecek, deri, kereste, yiyecek gibi şeyler özelliklerini koruyarak günümüze kadar geldiler. Bu kalıntılar ve mezar duvarlarına çizilmiş günlük yaşama ilişkin resimler bize Eski Mısırlılar'ın yaşam biçimini kapsamlı olarak açıklar.
Mısırlılar ölülerini tuz ya da bir soda türü olan hidratlı sodyum karbonatla mumyalayarak yüzyıllarca saklamayı başardılar. Mumyalama işlemi hekimlerin insan bedenini ve iç organlarını yakından tanıyarak kapsamlı bir anatomi bilgisine sahip olmalarını sağladı. Mısır'da tarihin en eski tedavi ve ameliyat kayıtlarına rastlandı.
Mısır sanatının geçmişi ilk hanedanlara kadar uzanır. Ne var ki, bu güzel resimleri, heykelleri ve takıları yapanlar zanaatçı olarak nitelendirildiği için hiçbirinin adları bugün bilinmemektedir.
Eski Mısırlılar'ın birbirinden değişik çok sayıda tanrısı vardı. Çeşitli adları ve görünümleriyle Güneş de bunlardan biriydi. Ana Güneş tanrısı, asıl tapınağı Heliopolis'te olan Ra idi. Ayrıca her kentin tanrıları vardı. Teb kentinin tanrıları Amon, Mut ve oğulları Hors; Menfis kentininkiler ise Ptah, Sekhmet ve Nefertum'du. Mısırlılar yaradılışın temeli olan, Nun adını verdikleri fırtınalı suların çalkalanması sonucu dünyanın balçıktan yaratıldığına inanıyorlardı. Bu oluşum bir günde değil, her gün doğan Güneş'in etkisiyle yavaş yavaş gerçekleşmişti. Önce bir tepecik oluşmuş, üzerinde bitkiler yetişmiş, ardından kuşlar ve öteki hayvanlar ortaya çıkmıştı.
Mısır'da siyasal ve ekonomik olarak hangi kent güçlenir ve zenginleşirse, o kentin tanrıları da ülke çapında önem kazanır ve ünlenirdi. Örneğin Yeni Krallık'ta, Teb tanrısı Amon Teb'in başkent olmasıyla önem kazandı. Çok geçmeden de güçlü tanrı Ra ile birleştirilerek Amon-Ra adını aldı. Mısırlılar için ölümden sonraki yaşam çok önemliydi. Böylece, ölüler tanrısı Osiris de başlıca tanrılar arasına girdi. Osiris'le birlikte, eşi İsis'e ve oğlu Horus'a da tapıyorlardı. Bu üç tanrıya tapınma Roma İmparatorluğu'nda da yaygınlık kazandı.
Mısırlılar tanrılarını çoğunlukla hayvan, bazen de insan biçiminde düşünürler, onlara barınmaları için tapınaklar yaparlardı. Bu tapınaklarda rahipler totemlerin, tanrı heykellerinin ya da tanrının göründüğü biçimlerden biri olarak düşünülen Apis öküzü, şahin, keçi, timsah gibi hayvanların hizmetinde çalışırlardı.
İnsanların öldükten sonra, kayığıyla cennette dolaşan Güneş tanrısı Ra'ya eşlik ettiğine inanılırdı. Mısırlılar için bu cennet Nil'den başka bir yer olamazdı. İnanışlarına göre, öteki dünya, tıpkı gecenin 12 saati gibi, 12 bölüme ayrılmıştı ve altıncı bölümde yargıç Osiris oturuyordu. Burada, ölen kişinin yüreği ile Gerçeğin Tüyü tartılarak karşılaştırılırdı. Yürek çok ağır ya da çok hafifse ölü korkunç canavarlara atılırdı. Uygun ağırlıktaysa, kişi sonsuza kadar cennette yaşardı.
Mısırlılar ölümden sonra yaşamın tıpkı dünyadaki gibi süreceğine inandıkları için, öte dünyada kendilerine gerekecek hemen her şeyi mezarlarına koydurturlardı. Önceleri mezarlara evlerin, tahıl ambarlarının, kayıkların, sığırların, ekmek ve şarap hazırlayan hizmetçilerin yapay örneklerini koydular. Daha sonraları aynı amaçla, gereksinim duyacakları şeylerin resimlerini mezar duvarlarına çizdiler.
TARIH ÖNCESI MISIR
Yontma taş devrinde Sahra Çölü ve Nil Nehri vadisi şu an bildiğimiz halinden oldukça farklıydı. Sahra çölü kumdan değil de engebeli çimle kaplı, bitki ve besin yönünden zengin tepelerden oluşmaktaydı. Bu çağda, bol miktardaki sebze ve yağışlar yaklaşık M.Ö. 30.000 yılına dek sürmüştür. Sonraları iklim kurumaya ve bu çimle kaplı tepeler azalmaya ve besin kaynağı yok olmaya başladı. Böyle olunca, insanlar Nil Vadisi’ne doğru yol almaya başladılar. Bu zaman ise avcılık ve toplamadan tarımcılığa doğru kaymaya neden olmuştur. Ek olarak bu çağın, günümüz Nil Vadisi’nden daha ılıman bir iklime sahip olduğu ve daha çok yağış aldığı bilinmektedir.
Neolitik çağda, Yukarı ve Aşağı Mısır’da birçok birbirinden bağımsız hanedan öncesi medeniyet ortaya çıkmıştır.
ESKI MISIR
Sonraki 3000 yıl sürecek hanedanlar soyunun başlamasına sebep olacak olan birleşmiş bir krallık Kral Menes tarafından M.Ö.1350 yılında kurulmuştur. Mısırlılar, kendi birleşmiş krallıklarına sonradan tawy yani ‘iki ülke’ adını, daha sonra da Nil Nehrinin zengin siyah topraklarına ithafen kemet yani kara toprak demişlerdir. Mısır kültürü bu uzun dönem içersinde gelişti ve din, sanat, dil ve gelenekler açısından diğer kültürlerden ayrılan Mısır olarak kalmıştır. Bu birleşmiş Mısır’ın hüküm süren ilk iki hanedanı Eski Krallık dönemini (M.Ö.3100-M.Ö.2181) başlatmışlardır. Bu dönemin muhtemelen en öne çıkan eserleri meşhur piramitler 3.hanedan zamanının Coser piramidi ve 4. hanedandan Gize Piramitleridir.
- Eski Krallık Dönemi’nin öne çıkan 3. Hanedan firavunu Coser, Sakkara’daki MemfisNekropolisi’nde ilk piramitlerden olan basamaklı piramitin yapılmasını emretmiştir.
- Resmi olarak firavundan bağımsız şekilde yönetilen Eski Mısır eyaletleri nom lar bu dönemde ortaya çıkmıştır.
- Ünlü Gize (Giza) Piramitleri bu dönemde inşa edilmiştir. Kufu (Eski Yunanca Keops), Kafre (Eski Yunanca Kefren) ve Menkura (eski Yunanca Mikerinos) hepsi 4.Hanedan zamanında yapılmıştır.
İlk Orta Dönem
150 yıl sürecek olan bir politik kargaşa döneminin başlamasına öncü olmuştur. Kuvvetli Nil taşkınları ve hükümetin katı tutumuna rağmen Orta Krallık zamanında firavun 3.Amenemhat hükümdarlığında doruk noktasına ulaşılmıştır. İkinci bir kargaşa dönemi ilk yabancı hükümdarlık olan Semitik Hiksoslar’ın gelişinden sonra meydana gelmiştir. Hiksos’lu istilacılar M.Ö. 1650 civarında Aşağı Mısır’ın kontrolünü ele alarak yeni başkent olan Avaris’i kurmuşlardır. Ancak Hiksoslar, 18.hanedan’ın kurucusu 1.Ahmose’nin önderliğinde Yukarı Mısır kuvvetleri tarafından sürülmüşler ve başkent Memfis’ten Teb’e taşınmıştır.
Yeni Krallık
18.Hanedan ile başlar ve ülke sınırlarının en geniş olduğu dönem olarak en güneyde Nübye Çölü ve doğusunda Levant ile sınırlanmıştır. Bu dönem içinde Hatşepsut, 3.Tutmosis, Akhenaton ve eşi Nefertiti, Tutankamon ve 2.Ramses’in de içinde bulunduğu ünlü firavunları ile dikkat çekmektedir. Tarihteki ilk tek tanrıcılık deyimi Yeni Krallık döneminde Atenizmşeklinde ortaya çıkmıştır. Diğer ülkelerle olan ilişkiler Yeni Krallık’a yeni fikirleri de sokmuştur. Ülke daha sonra Libyalılar, Nübyeliler ve Asurlular tarafından istila edilmiştir fakat yerli Mısırlılar bu güçleri def edip tekrar ülke kontrolünü ele geçirmişlerdir.
- Eski Mısır’ın ünlü kadın hükümdarı Hatşepsut, Yeni Krallığın 18.Hanedanı’nda hüküm sürmüştür.
- 18.Hanedan’a mensup firavun 3.Tutmosis zamanında içinde Luksor’un da bulunduğu muazzam Karnak Tapınakları’nın yapımına başlanmıştır.
- Sadece 18 yaşında tahta geçmiş ve 67 yıl sürecek olan bir hükümdarlığa sahip Büyük firavun 2.Ramses Nübye sınırındaki şaheser Ebu Simbel tapınağını yaptırmıştır.
- M.Ö. 1274 yılında kazanan tarafın kesin olarak belli olmadığı firavun 2.Ramses yönetimindeki Mısır ve hükümdar 2.Muvatallis yönetimindeki Hititler arasında Kadeş Savaşı yapılmıştır. Savaş sonucunda ise tarihin ilk yazılı barış antlaşması olarak bilinen Kadeş Antlaşması imzalanmıştır.
MISIR TANRILARI
RA
Eski Mısır dininde en önemli tanrılardan biriydi. Her şeyin başlangıcıydı, ölümsüzlük tanrısı, yeryüzü ve gökyüzünün yaratıcısı. Ra aynı zamanda kendi kendisini yaratan ilk canlı varlıktı.Ra ya da Re, bütün Mısır tanrılarının içinde en önemlisiydi. Başlangıçta sadece engin okyanus 'Nun' vardı. Onun sularından ve kendi iradesinin gücüyle Ra, Yaradılış Tepesi’ne doğru ayağa kalktı. Heliopolis’teki güneş tapınağının ibadet mihrakı olan benden* taşının, Ra’nın bu ilk yaradılışını temsil ettiği sayılmaktaydı ve bendenin kendisi dikilitaşşeklinin bir örneğiydi.Ra yaradılışla ilişkilendirilmiştir. Kendisi hem asıl yaradılış (yeryüzünün yaratılması) hem de yıllık yaradılış (baharda doğanın canlanması)tan sorumluydu. Ham yaradan hem de koruyan olarak sayılırdı. Ra mevsimlerin efendisiydi ve ayrıca hem fani hem de ahir dünyanın yargıcıydı.
Ra’nın AlametleriRa’nın betimlemeleri şehirden şehre, bir dönemden diğerine ve günün bir saatinden diğerine farklılık göstermekteydi.Gün boyunca Ra, başına güneş çemberi takan bir adam olarak – Uraeus Disk – görülebilirdi. Ayrıca bir aslan, çakal ve şahin olabilirdi. Şafakta yükselen güneş olarak tasvir edilirdi ve küçük bir çocuk ya da siyah benekleri olan beyaz bir buzağı şekline girebilirdi.Ra’nın geceye ait olan yüzü ona bir koç ya da koç başına sahip bir adam özelliği vermekteydi. Ayrıca yılanları öldüren kedi ya da firavun faresi şeklinde de olabilirdi. Gün boyunca bütün bu şekillerin her biri farklı bir isme karşılık gelmekteydi: öğle saatinde Ra,
şafakta Khepri-Ra ve günbatımında Amon-Ra.Eski Mısırlılar, tıpkı güneşin aynı gün içinde doğuşu, parlayışı ve batışı olduğu gibi Ra’nın da bütün bu şekillerde olabileceğine inanırlardı.Güneş gibi, Ra yeryüzünün var olmasını ve sürekliliğini sağlardı. Güneş olmadan hayat olamazdı ve Ra olmadan da hayat olamazdı. Ra bütün tanrıların babası ve ek olarak ta bütün insanlığın yaratıcısıydı.
RA’NIN SEMBOLLERI VE ONA TAPINILMASI
OSİRİS
Aslında bolluk tanrısı olarak bilinen Osiris’in aslında yeryüzüyle ve Mısır’ı bu kadar verimli yapan zengin alüvyonları taşıyan yıllık taşma ile çok kuvvetli bağlantıları vardı. Ağabeyi Seth tarafından öldürüldükten sonra dirilince, yer altı tanrısı olarak ‘Ölüler Krallığına’ hükmetmiştir.
Osiris’in ölülerin kralı olarak tekrar doğması büyük ölçüde kutsanmış tanrı olması anlamına gelmekteydi. Kız kardeşi ve kutsal eşi olan Isis’in sevgisi sayesinde, Osiris hayata tekrar dönmüştür. Hayatın yenilenmesini kendisine dahil etmiş ve eğer son yargılanmayı
geçebilirse herkesin tekrar yaşayacağına dair söz vermiştir. Bu ‘doğru ses’ ( günahsız) diye tabir edilen yargılananların isimleri ‘Osiris’ kelimesiyle birlikte yer alabilecekti.
OSİRİS'İN TASVİRLERİ
Osiris bir antropomorfik, diğer bir deyişle insan formunda, bir tanrıydı. Vücudu, ona bir mumya görünümü vermesi için beyaz bir kefene sarılmıştı. Bu, yönetiminde olan dünyaya bir göndermeydi, yani ‘Ölüler Krallığına’. Osiris her zaman hareketsiz, otururken ya da ayakta dururken resmedilirdi, asla yürürken resmedilmezdi. Bazen de kardeşleri İsis ve Neptis, nadiren de tanrıça Hathor tarafından kuşatılmış olarak tasvir edilirdi.
Osiris en sık ayakta dururken, atef tacını takmış ve elinde harman aleti ve kanca şeklindeki asa tutarken, mumya biçiminde resmedilirdi.
Ayrıca sık sık tahtına oturmuş önünde Horus’un dört oglunun figürü ile de tasvir edilirdi. Bazen bir imiut, eskiden ibadetlerde kullanılan bir saksıya oturtulmuş bir sopaya tutturulmuş başsız bir hayvan postu, ile gösterilirdi.
Teninin rengi bazen beyaz fakat genellikle yeşil ya da siyahtı. Siyah renk tanrılar için yer altı dünyasında pek kullanılmazdı. Ayrıca yesil renk, her yıl hasat zamanı Nil’den gelen zengin alüvyon artıklarıyla da ilişkilendirilmiştir. Yeşil, bitki örtüsünün rengiydi ve her iki tonu da bolluğu ve yeniden doğuşu simgelemekteydi.
OSIRIS ’IN SEMBOLLERI VE ONA TAPINILMASI
ANUBİS
Anubis en çok bilinen Mısır tanrılarından biriydi. Osiris, Dogruluk tüyüne karsı ölünün yüregini tartarken, Anubis ahrete kimin gideceğinin kararını verme konusunda ona yardım ederdi.
Anubis’in rolü, ölüye yeraltında rehberlik etmekti ve bu ona Eski Mısırlılarda özel bir önem vermekteydi.
Yeryüzündeki hayattan çok, onları ilgilendiren yer altı tanrısı olan Osiris’in diyarındaki ölümden sonraki yaşamdı. Anubis’e, bütün bu ölümlerinde ‘temiz’ olarak yargılanmak isteyenlerden dolayı saygı duyulurdu ki diğer dünyaya rahatça gidebilsinlerdi. Kalbi doğruluk tüyünden daha hafif ya da tüye eşit olarak tartılan kişi yer altı dünyasında Osiris’e sunulurdu.
Ek olarak, Anubis bedenin çürümesini engelleyen mumyalamanın mucidi olarak bilinirdi. Mumyalanarak, bir Mısırlı yargılanır yargılanmaz ruhu daha önceden içinde bulunduğu bedene tekrar girebilirdi. Anubis eğer orda vücudu korumazsa, kurtuluş ve dolayısıyla ahret olmazdı.
ANUBİS'İN TASVİRLERİ
Anubis çoğunlukla bir çakalın ya da kurdun siyah başı ile insan formunda tasvir edilirdi.
Bu özellik mezarlık çevrelerinde dolaşan bir çok vahşi köpeğin temsili olmalıydı. Bunlar mezarlıkların resmi olmayan gardiyanları olarak
belirmişlerdir, daha sonrasında ise köpek-başlı Anubis’le bağlantıları kurulmuştur.
Anubis genellikle uzun adım atmış ya da ayakta durmuşşekilde canlandırılırdı fakat bazen ise yere uzanmış ya da çömelmiş tam bir
hayvan formunda gösterilirdi. Yine siyah renkte olarak, Mısır tapınaklarında bulunan tanrıların heykellerini içeren tapınak olan naos şeklinde
bir tabutun üzerine eğilmiş vaziyette olabilirdi.
ANUBIS’IN SEMBOLLERI VE ONA TAPINILMASI
HORUS
Eski Mısır dininde, bir gözü güneş, bir gözü ay olan şahin biçimli tanrı. Başlangıçta Aşağı Mısır’ın tanrısıydı. Sonradan Nehen hükümdarının Horus’u bedenleştirmesi olduğu anlayışı doğdu. Her Mısır kralının beş adından ilki, onu Horus’la özdeşleştiren adıydı.
“Horus” adı, bu tanrının Yunancadaki adıdır, Mısır dilindeki asıl adı “Hor”dur.
HORUS MİTİ
Mısır mitolojisine göre, Aşağı Mısır’ı temsil eden tanrı Horus ve Yukarı Mısır’ı temsil eden Set birlikte barış içinde yaşıyorlardı.
İ.Ö. 2400 dolayında Mısır’da Osiris kültü yayıldığında Horus, Osiris’in oğlu olarak görülmeye başladı. Böylece, Osiris’i öldüren ve Mısır tahtına göz koyan Set’in düşmanı oldu. Efsaneye göre, amcası Set’i yenerek babasının (Osiris) öcünü aldı ve Mısır tahtına geçti.
Bu savaş sırasında yaralanan sol gözünü tanrı Tot iyileştirmişti; bu inanış Ay’ın değişik dönemlerinde mitolojik bir açıklama getiriyordu. Horus’un iyileşmiş gözü zamanla güçlü bir tılsım olarak kabul edildi.
HORUS'A İBADET
Ptolemaios döneminde, belli başlı Horus tapınakları Mısır’ın simgesi oldu. Ayaklanmaların tapınağın yapım çalışmalarını sık sık kesintiye
uğrattığı İdfu’da belirli aralıklarla sahnelenen törensel bir oyunda Horus, su aygırı kılığındaki Set’i mızraklayan firavun olarak canlandırılırdı. Kutsal ibadet yerleri, Edfu, Heliopolis ve Boto'dadır.
HORUS'UN TASVİRLERİ
Eski Mısır eserlerinde Horus, sık sık bir gözle, şahin kafasıyla veya atmaca kanatlı bir yıldız diskiyle tasvir edilir. Çocuk başıyla ya da genç
bir insan başıyla temsil edildiğinde parmağı kelam organı olan ağzında ya da ağzını işaret eder tarzda tasvir edilir.
Şahin başlı Horus’un yırtıcı kuşların keskin bakışıyla tasvir edilmesi, kişinin hiçbir hareketini gözünden kaçırmayan bir tanrı oluşunu, yani vicdanın gözünden hiçbirşeyin kaçmayacağını simgeler.
Güneş ve Ay, Horus’un gözleri olarak ifade edilir.Çünkü Güneş ve Ay’ın her ikisi nöbetleşe, gece ve gündüz insanın üzerinden eksik olmaz, Horus’un 24 saat açık kalan gözleri gibi.
*İtalik yazılan kelimeler Eski Mısır’daki karsılıklarıdır.
Kaynak: http://www.msxlabs.org/forum/medeniyetler-tarihi/9021-misir-medeniyeti.html#ixzz1fAuO7zlo
|
|
|
|
|
|
|
|