1920’DEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE CUMHURİYETİ SİYASİ TARİHİ
1920’DEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE CUMHURİYETİ SİYASİ TARİHİ ''Milletimizin, güçlü, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesi için, devletin tamamen milli bir siyaset izlemesi ve bu siyasetin, iç kuruluşlarımıza tamamen uygun ve dayalı olması lâzımdır. Millî siyaset dediğim zaman, kastettiğim mâna ve anlam şudur: Millî sınırlarımız içinde, her şeyden evvel kendi kuvvetimize dayanıp varlığımızı koruyarak millet ve memleketin gerçek mutluluğuna ve bayındırlığına çalışmak... Genel olarak erişilemeyecek hayalî emeller peşinde milleti uğraştırmamak ve zarara sokmamak... Medenî dünyadan, medenî ve insanî davranış ve karşılıklı dostluk beklemektir.'' M.K.Atatürk *** Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihini genelde ya çok iyi bilmemekteyiz ya da kulaktan dolma bilgilerle hareket etmekteyiz. Özellikle son dönemlerde cumhuriyetin ilk dönemlerine daha doğrusu tek parti dönemine yönelik büyük eleştiri ve karalama kampanyalarının yürütülmesi, bu karalama kampanyalarını da yine günümüz siyasi iktidarının yapması hele hele ülkemizin o dönem içinde bulunduğu özelliklerin bilinçli olarak göz ardı edilerek tek taraflı karalama kampanyasına dayalı söylemleri ile tek partili dönemi hunharca eleştirmeleri ve 1938–1950 yılları arası İnönü devrini faşist yönetim olarak lanse ederek İnönü’ye Hitler benzetmesi ile tarihi saptırarak millete yutturtmaya çalışanların amaçlarının ve hizmetlerinin ne olduğu doğal olarak Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihini bilenlerce açıktır... Tabi Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihini incelerken 1920 den başlayarak günümüze kadar olan süreci bir bütünlük içerisinde ele alarak incelemekte fayda olduğu gibi, aynı zamanda 1920 den incelemeye başlayacağımız siyasi tarihimizin daha iyi anlaşılabilmesi, analiz edilebilmesi ve kıyaslamalar yapılabilmesi içinde dönemler halinde içinde bulunulan şartların oluşumuna göre de gelişen olaylara bağlı olarak da incelenmesi gerekir. Ve inanıyorum ki 1920 den günümüze kadar olan Türk Siyasi Tarihi dönemler ve olaylar bağlamında ele alındığında siyasi tarihimiz sürecinde bazı dönemlerde iktidar olabilmek ya da iktidarda kalabilmek için nasıl oyunların oynandığını da daha iyi anlamış olacağız... *** Türkiye Cumhuriyeti, 29 Ekim 1923 yılından 14 Mayıs 1950’ye kadar, gerek devrim şartları ve gerekse Türk toplumunun sosyo- ekonomik ve kültürel şartlarının elverişli olmamasının bir sonucu olarak, çok partili siyasal yaşama geçememiş ve tek parti ile yönetilmiştir. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra totaliter iktidarların yıkılışı, yeni bir dünya düzenini de beraberinde getirmiştir. Modern demokrasilerin egemen olduğu bu düzen, Türkiye’yi de etkileyerek, çok partili hayata geçiş sürecini hızlandırmıştır… *** 1920–1923 Kurtuluş Dönemine Kısaca Göz Atacak Olursak; 1.dünya savaşından yenik çıkan Osmanlı devletinin itilaf devletleri tarafından işgali sonucunda ülkenin emperyalist devletlerin işgalinden kurtarılması için başlatılan Kurtuluş Savaşı dönemini kapsamaktadır ki, bu dönem çok cepheli askeri ve siyasi mücadelelerin 1919–1922 yılları arasında gerçekleştirildiği ve 24 Temmuz 1923 de imzalanan Lozan barış anlaşmasıyla resmen sonuçlanan dönemdir... 29 Ekim 1923 günü; ''Hâkimiyet kayıtsız ve şartsız milletindir. İdare usulü halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır. Türkiye Devletinin hükümet şekli cumhuriyettir'' esasına dayalı olarak Cumhuriyet ilan edilmiş ve yeni Türk Devleti'nin adı da Türkiye Cumhuriyeti olmuştur... *** 1923–1938 ATATÜRK DÖNEMİ; Atatürk 7 Şubat 1923 tarihinde Balıkesir Paşa Camisinde halka hitaben yaptığı konuşma da, halkçılık temeline dayalı bir parti kurma niyetini ve siyasi fırkaların kurulması gerekliliğini belirtmiştir. Atatürk bu konuşmasında ''...Halk Fırkası dediğimiz zaman bunun içinde bir kısım değil, bütün millet dâhildir... Halk Fırkası halkımıza terbiye-i siyasiye vermek için bir mektep olacaktır...'' Sözleriyle niyetini açıkça belli etmiştir.9 Eylül 1923 de Halk Fırkası Türkiye Cumhuriyetinin ilk siyasi partisi olarak bizzat Atatürk tarafından kurulmuştur.1924 deki kurultayda Halk Fırkası adı Cumhuriyet Halk Fırkası olarak değiştirilmiş,1927 de Cumhuriyetçilik, Halkçılık, Milliyetçilik, laiklik ilkeleri parti tüzüğüne eklenmiş, 1935 kurultayında ise Devletçilik, Devrimcilik ilkeleri de benimsenerek partinin adı Cumhuriyet Halk Partisi olmuştur… Atatürk İlkeleri olarak bildiğimiz, 1922 ve 1938 yılları arasında yapılarak hayata geçirilen birçok devrimin amacı, Atatürk tarafından Türkiye'yi gelişmiş devletler seviyesine çıkartmak olarak beyan edilmiştir... Cumhuriyetin ilanıyla birlikte Atatürk ve silah arkadaşlarının arasında görüş ayrılıkları çıkmış, bu görüş ayrılıklarının sonucunda da Milli Mücadele döneminde Atatürk’ün yakınında yer alarak destekleyen Kazım Karabekir, Ali Fuat (Cebesoy) ,Refet (Bele) , Rauf (Orbay) ve Adnan (Adıvar) gibi önemli komutan ve şahsiyetler Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası adıyla yeni bir parti kurarak Cumhuriyet Halk Fırkasına karşı ilk muhalefet hareketini de başlatmış oldular. Fakat Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Şeyh Said İsyanı sonrasında, programında yer alan fırkamız itikad-ı diniye ye ve fıkriyeye hürmetkârdır maddesinden dolayı isyandan sorumlu tutularak 5 Haziran 1925’te kapatılmıştır... Atatürk, 24 Nisan 1920 ve13 Ağustos 1923 tarihlerinde TBMM Başkanlığına seçilmiş, bu başkanlık görevi, devlet ve hükümet başkanlığı düzeyinde olmuştur. 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilan edilmesiyle birlikte M.K. Atatürk cumhurbaşkanı seçilmiş, anayasa gereğince de dört yılda bir cumhurbaşkanlığı seçimleri yenilendiğinden dolayı 1927, 1931, 1935 yıllarında TBMM’ ince yeniden cumhurbaşkanlığına seçilmiştir... Atatürk sık sık yurt gezilerine çıkarak devlet çalışmalarını yerinde denetlemiştir. İlgililere aksayan yönlerle ilgili talimatlar vermiştir. Yurt dışına hiçbir resmî ziyaret için çıkmamakla birlikte, Cumhurbaşkanı sıfatıyla Türkiye'yi ziyaret eden yabancı ülke devlet başkanlarını, başbakanlarını, bakanlarını ve komutanlarını ağırlamıştır. *** 1924 Anayasası‘nın Kabulü (20 Nisan 1924) : • Gerçek hayatın ihtiyaçlarına cevap veren bir anayasadır. • Egemenlik kayıtsız şartsız millete verilmiştir. • Vatandaşın haklarının korunması için Danıştay kurulmuştur. • 1928′ de Anayasadan devletin dini İslamdır, ibaresi çıkarılmıştır. • Kadınlara seçme ve seçilme hakkı verilmiştir. • 1937′ de Atatürk ilkeleri anayasaya girmiştir. Günün şartlarına göre en çok değişikliğe uğrayan bir anayasadır.1960 yılına kadar yürürlükte kalmıştır… **** 1923–1938 ÖNEMLİ OLAYLARI; • 30 Ekim 1923; Başbakan olarak İsmet Paşa’nın göreve gelmesi. • 1 Kasım 1923; Fethi Okyar’ın Cumhuriyet devrinde T.B.M.M.’nin ilk başkanı seçilmesi. • 3 Mart 1924; Hilafetin kaldırılması ve Osman oğullarının Türkiye dışına çıkarılması. Tevhid-i Tedrisat Kanunu. • 8 Mart 1924; Şeriat mahkemelerinin kaldırılışı. • 20 Nisan 1924; Yeni anayasanın kabulü. • 20 Kasım 1924; İsmet İnönü’nün başbakanlıktan istifası. • 21 Kasım 1924; Fethi Bey’in yeni hükümeti kurması. • 11 Şubat 1925; Şeyh Sait İsyanı. • 4 Mart 1925; Takrir-i Sükûn kanununun çıkarılması, 2.İstiklal mahkemesinin kuruluşu. • 12 Nisan 1925; Şeyh Sait’in yakalanması. • 3 Haziran 1925; Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kapatılışı. • 2 Eylül 1925; Tekke ve zaviyelerin, türbelerin kapatılması, dini kıyafetleri ve memurların şapka giyeceklerine dair Bakanlar Kurulu kararının yayınlanması. • 25 Kasım 1925; Şapka Kanununun çıkarılması. • 30 Kasım 1925; Tekke ve zaviyeler ile türbelerin kapatılmasına ve türbedarlıklar ile bazı unvanların men ve ilgasına dair kanunun çıkarılması. • 26 Aralık 1925; Milletlerarası saat ve takvimin kabulü hakkında kanunun çıkarılması. • 17 Şubat 1926; Medeni Kanunun kabulü (Kadınların medeni haklara kavuşması, çok evliliğin yasaklanması, hukuk düzeninin çağdaşlaştırılması) . • 1 Mart 1926; Yeni Türk Ceza Kanununun kabulü. • 15–20 Ekim 1927; Gazi Mustafa Kemal Paşa’nın Büyük Nutuk’unu okuması. • 10 Nisan 1928; Anayasada değişiklikler yapılarak Türkiye Cumhuriyeti’nin laik devlet karakterinin açıklığa kavuşturulması (Anayasada mevcut olan devletin dini İslam’dır, hükmünün kaldırılması) . • 24 Nisan 1928; Milletlerarası rakamların kabulüne dair kanununun kabulü. • 28 Mayıs 1928; Millet mekteplerinin açılması hakkında kanun. Türk Vatandaşlığı Kanunu. • 1 Kasım 1928; Yeni Türk Harflerinin Kabul ve Tatbiki Hakkında Kanun’un T.B.M.M.’den geçmesi. • 3 Nisan 1930; Belediye seçimlerinde Türk kadınlarına seçme ve seçilme hakkı tanıyan kanunun kabulü. • 12 Ağustos 1930; Fethi (Okyar) Bey başkanlığında Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kuruluşu. • 17 Kasım 1930; Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın kendini feshetmesi. • 23 Aralık 1930; Menemen’de inkılâplar aleyhine ayaklanma ve öğretmen yedek subay Kubilay’ın şehit edilmesi. • 26 Mart 1931; Ölçüler kanununun kabulü. • 12 Nisan 1931; Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti (Türk Tarih Kurumu) ’nun kuruluşu. • 19 Şubat 1932; Halkevlerinin açılması. • 12 Temmuz 1932; Türk Dili Tetkik Cemiyeti (Türk Dili Kurumu) ’nun kurulması. • 26 Ekim 1933; Türk kadınlarına köy İhtiyar heyetlerine seçme ve seçilme hakkının tanınması. • 21 Haziran 1934; Mustafa Kemal’e TBMM’nin Atatürk soyadını vermesi. • 3 Aralık 1934; Hangi dine mensup olursa olsun, din adamlarının mabet ve ayinler dışındaki dini kisve taşımalarının yasaklanmasına dair kanun. • 5 Aralık 1934; Türk kadınlarına milletvekili seçme ve seçilme hakkını tanıyan anayasa değişikliği. • 20 Temmuz 1936; Montreux Boğazlar Sözleşmesinin imzalanması ve boğazların tamamen Türk hâkimiyetine geçişi. Türk askerinin gayri askeri adı verilmiş bölgelere girmesi. • 27 Ocak 1937; Hatay’ın bağımsızlığının Milletler Cemiyetinde kabulü. • 25 Ekim 1937; Atatürk’ün Ankara’da son defa Cumhuriyet bayramı törenlerine katılması. • 14 Ocak 1938; Türkiye-Irak-İran-Afganistan arasında akdedilen Saadabat Paktının TBMM’ce onaylanması. • 30 Mart 1938; Atatürk’ün hastalığı ile ilgili ilk resmi tebliğ. • 19 Mayıs 1938; Atatürk’ün son defa 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı gösterilerini izlemesi ve Hatay sorunu ile ilgili olarak (rahatsızlığına rağmen) güney gezisine çıkması. • 20 Mayıs 1938; Atatürk’ün Mersin’de askeri geçit törenini izlemesi. • 24 Mayıs 1938; Atatürk’ün Adana’da askeri geçit törenini izlemesi • 3 Temmuz 1938; Antakya’da Türk ve Fransız askeri heyetleri arasında Hatay’la ilgili askeri anlaşmanın imzalanması. • 5 Temmuz 1938; Türk birliklerinin coşkun sevgi gösterileri içinde Hatay’a, İskenderun’a girişi. Anlaşmada öngörülen yerlerde göreve başlaması. • 2 Eylül 1938; Hatay Millet Meclisinin toplanması ve Tayfur Sökmen’in Devlet Başkanı seçilmesi. • 17 Ekim 1938; Atatürk’ün ilk defa komaya girişi. • 8 Kasım 1938; Atatürk’ün hastalığının ağırlaştığını bildiren raporların yeniden yayınlanmaya başlaması. *** ''Ben toprak büyütme dileklisi değilim; barış bozma alışkanlığım yoktur; ancak antlaşmaya dayanan hakkımızın isteyicisiyim. Onu almasam, edemem. Büyük Meclisin kürsüsünden milletime söz verdim: Hatay'ı alacağım... Milletim benim dediğime inanır. Sözümü yerine getirmezsem onun huzuruna çıkamam, yerimde kalamam. Ben şimdiye kadar yenilmedim, yenilemem; yenilirsem bir dakika yaşayamam. Bunu bilerek ve sözümü mutlaka yerine getireceğimi düşünerek benim dostluğumu lûtfen bildiriniz ve doğrulayınız, ekselâns Ambasadör...1937''Atatürk, Fransız Büyük Elçisine bir sohbet esnasında bu sözleri söylenmiştir; ***** ATATÜRK’ÜN II. DÜNYA SAVAŞI İLE İLGİLİ GÖRÜŞ VE DÜŞÜNCELERİ; Dünya politikası ile yakından ilgilenen ve özellikle Avrupa’da gelişen olayları dikkatle değerlendiren Atatürk, yeni bir dünya savaşının çıkacağını yıllar öncesinden görebilmiştir. 1932 yılında ABD generali Mac Arthur’la yaptığı bir görüşme sırasında, Almanya’nın İngiltere ve Rusya hariç bütün Avrupa’yı işgal edebilecek bir orduyu kısa zamanda kurabileceğini ve savaşın 1940–1946 seneleri arasında başlayacağını belirtmiştir… Atatürk devletlerarasındaki sorunlara barışçıl çözümler getirilmedikçe savaşın yakın bir tarihte çıkacağına değinerek; ’’… Avrupa devlet adamları önemli politik sorunları her türlü bencillikten uzak ve tam bir iyi niyetle ele alamazlarsa korkarım ki felaketin önü alınamayacaktır...’’ demiştir… Atatürk,1935’te, ‘‘…Milletlerin aralarındaki anlaşmazlıkların ortadan kalkması, medeni insanlığın başlıca dileği olmalıdır...’’ diyerek, milletlerarasındaki sorunların barış yoluyla çözümlenmesinde tüm milletlerin katkısının önemine değinmiştir.’’…Eğer savaş, bir bombanın patlaması gibi birden bire çıkarsa, milletler savaşa engel olmak için silahlı kuvvetlerini ve mali güçlerini saldırgana karşı birleştirmekte tereddüt etmemelidir…’’ diyerek bir saldırı karşısında milletlerin çabuk ve etkili önlem almasını da istemiştir... Atatürk, İtalya ve Almanya’nın izledikleri dış siyaseti de hatalı buluyor, İtalya’nın Habeşistan’a saldırmasını yeni bir savaşın başlangıcı olarak görüyor ve İtalya’nın saldırgan politikasını (İtalya’nın Habeşistan’a saldırmasını) onaylamayarak, Almanya’nın da ırkçı bir politika izleyerek Avrupa’yı egemenliği altında almaya çalışmasını tehlikeli görüyordu. 1937’de II. Dünya Savaşı’nın çıkıp çıkmayacağı konusundaki düşüncesini soran bir Amerikalı gazeteciye ise, İtalya’nın Habeşistan’a saldırmasıyla bu savaşın zaten başladığını söylemiştir… Atatürk, 1938’de ise; ’’…Çok geçmeden Avrupa’da bir fırtına kopacak, bu müthiş fırtına dünyanın her tarafına yayılacak ve insanlık bir savaş felaketinin bütün kötülükleriyle bir daha karşılaşacaktır...’’diyordu.’’…Bu tehlikeli durumda tarafsız kalmak, savaşa katılmamak, barış içinde yaşamaya çabalamak bizim için hayati önem taşımaktadır…’’sözü ile de Türkiye’nin savaş karşısında izlediği politikayı da çok önceden belirlemişti… Atatürk,1938 yılında hasta yatağındayken Afet İnan’a şu sözleri not ettirmiştir: ‘‘…Devletler, ikinci Dünya Savaşı’na hazırlanıyor. Biz bu durumda iki konuya önem vermeliyiz: birincisi, doğu ve batı komşularımız olduğu gibi öteki devletlerle kurduğumuz anlaşmaları güçlendirmek, ikincisi ise yurdumuzun ekonomik durumunu geliştirmek ve bu bakımdan ekonomik planlarımızı uygulamaktır...’’ Ayrıca; ’’ …Bir dünya savaşı olacaktır. Bu savaş sonucunda dünyanın durumu ve dengesi baştanbaşa değişecektir. İşte bu devre halinde başımıza büyük felaketlerin gelmesi mümkündür…’’ Demiştir… ***** 1938–1950 İSMET İNÖNÜ DÖNEMİ; 10 Kasım 1938’de Atatürk’ün ölümünün ardından 11 Kasım 1938 tarihinde İsmet İnönü cumhurbaşkanlığına seçilmiştir. İsmet İnönü aynı zamanda CHP genel başkanlığına da getirildiğinden dolayı yönetim üzerinde büyük otorite sahibi olmuştur. İsmet İnönü 26 Aralık 1938 deki CHP büyük kurultayında ise değişmez başkanlığa da getirilmiştir… Ocak 1939’a kadar Atatürk döneminin son başbakanı olan Celal Bayar ile ve kurduğu 10.hükümet ile çalışmış, İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın yerine Refik Saydam, Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras’ın yerine ise Şükrü Saraçoğlu getirilmiştir. Dış politika ilkeleri ve ekonomik politika farklılıkları yüzünden 25 Ocak 1939 tarihinde istifa eden Celal Bayar’ın yerine ise Refik Saydam tarafından yeni hükümet kurulmuştur… 1939–1945 II. Dünya Savaşı döneminde İsmet İnönü Türkiye’yi savaştan uzak tutmaya çalışmış bunda da başarılı olmuştur. Ne yazık ki II. Dünya savaşı yıllarındaki ekonomik ve toplumsal sıkıntılar dönemin unutulmayan mirası olarak kalmıştır... Savaş nedeniyle çok sayıda gencin askere alınması ve temel ürünlerle ilgili olarak devlet stoklarının geniş tutulması nedeniyle iç piyasada büyük darlık yaşanmasına sebep olmuş, ürünlerin fiyatları da olağanüstü artmıştır. Aynı dönemde hükümet stokçu, karaborsacı ve fırsatçılarla yoğun bir şekilde mücadele etmişse de toplumun geniş kesimi tam olarak tatmin edilememiştir... Yine bu dönemde Hasan Ali Yücel’in öncülüğünde Köy enstitüleri kurularak geliştirilmiştir… 1950 genel seçimlerinden sonra CHP iktidarı Demokrat Partiye bırakırken, İsmet İnönü ana muhalefet partisi CHP’nin genel başkanı olarak siyasi hayatta ki rolünü sürdürmüştür. Demokratik Partinin 10 yıllık iktidarı 27 Mayıs 1960 ihtilalı ile son bulması sonrası yeni anayasanın kabulü ile 15 Ekim 1961 genel seçimleri sonucunda CHP birinci parti olarak çıkmış ve İsmet İnönü yeniden hükümeti kurmakla görevlendirilmiştir… *** 1938 – 1950 ÖNEMLİ OLAYLARI; • 11 Kasım 1938: Atatürk’ün ölümü üzerine İsmet İnönü oybirliğiyle Cumhurbaşkanlığına seçildi. • 26 Aralık 1938: CHP Olağanüstü Kurultayı’nda İsmet İnönü'ye Değişmez Genel Başkan unvanı verildi. • 7 Temmuz 1939: Daha önce Türkiye'ye katılma kararı alan Hatay Devleti, fiilen Türkiye'nin ili oldu. • 17 Nisan 1940; Cumhuriyet tarihinin en önemli eğitim hamleleri arasında yer alan Köy Enstitülerinin kurulması kanunlaşarak yürürlüğe girdi. Enstitüler 1954'te kapatıldı. • 18 Haziran 1941: Türk-Alman saldırmazlık paktı imzalandı. • 23 Haziran 1941: 2. Dünya Savaşı başlamadan İngiltere’ye sipariş edilen 4 denizaltı ve 4 muhribi teslim almak için yola çıkan Refah Şilebi batırıldı. Mersin Limanından Mısır'ın İskenderiye Limanına giderken gece vakti atılan bir torpido sonucu gemi sulara gömüldü. Gemide yaklaşık 150 kadar mürettebat bulunmaktaydı. • 11 Kasım 1941; Varlık Vergisi kanunu çıkartıldı. • 1942: Almanya’nın Türkiye Büyükelçisi Von Papen'e Ankara'da bir suikast girişiminde bulunuldu. • 14 Temmuz 1942: Atılay denizaltımız battı. 90 denizciyi kaybettik. • 7 Aralık 1943: Amerikan başkanı Roosevelt, İngiltere başbakanı Churchill ve Türkiye'yi temsilen İsmet İnönü Kahire'de buluştular. 2. Dünya Savaşının gidişatı üzerine konuştular. • 23 Şubat 1945: Türkiye Almanya'ya kâğıt üzerinde savaş ilan etti. • 4 Aralık 1945: Dönemin en tanınmış ve sol eğilimli gazetelerinden Tan gazetesi ve matbaası öğrenciler tarafından basıldı. Gazete ve matbaa tahrip edildi. • 7 Ocak 1946: Celal Bayar ve Adnan Menderes gibi isimlerden oluşan bir grup CHP'den ayrılarak, Demokrat Parti'yi kurdular. • 21 Temmuz 1946: Cumhuriyet tarihinin ilk muhalefet partili seçimi yapıldı. CHP 396, DP 61 milletvekili çıkardı. • 12 Mart 1947: Cumhuriyet tarihi içinde ilk ABD yardımı gündeme geldi. Böylelikle daha sonra ABD ile gelişecek ilişkilerin temeli atılmış oldu. • 5 Mayıs 1949: Türkiye Avrupa Konseyine katıldı. • 2 Mart 1950: Orgeneral Mustafa Muğlalı idama mahkûm oldu. Cezası sonra müebbede çevrildi. Karara gerekçe olan olay Van'ın Özalp ilçesinde 33 köylünün öldürülmesiydi. ***** TÜRKİYE CUMHURİYETİ'NİN 1950’Lİ ÇOK PARTİLİ DÖNEMİ VE DEMOKRAT PARTİ; II. Dünya Savaşı'nın bitmesiyle basında ve mecliste çok partili siyasal sistemi savunan bir anlayış oluştu. Buna CHP genel başkanı ve cumhurbaşkanı İsmet İnönü de yaptığı konuşmalarla destek verdi. Bunu takip eden gelişmelerde, meclisteki bütçe görüşmeleri sırasında, CHP içinde başını Adnan Menderes, Feridun Fikri Düşünsel, Yusuf Hikmet Bayur, Emin Sazak gibi bazı milletvekillerinin çektiği bir muhalefet oluştu. 11 Haziran'da kabul edilen Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu, parti içindeki muhalefetin güçlenmesine yol açtı. Bu yasanın görüşüldüğü sırada Celal Bayar, Adnan Menderes, Fuad Köprülü ve Refik Koraltan, parti Meclis Grubu'na Dörtlü Takrir olarak bilinen bir önerge verdiler. Ülke ve parti yönetiminde liberal düzenlemeler yapılmasını isteyen bu önerge, 12 Haziran'da reddedildi. Bu gelişmelerden sonra Menderes, Köprülü ve Koraltan partiden çıkarıldı. Bayar ise önce vekillikten sonra partiden istifa etti… Dünyada bazı devletlerin parçalanmasına, bazılarının ise kurulmasına sebep olan toprak sorunu, Türkiye’de de her zaman konuşulan ancak tam manasıyla uzun yıllar çözüme kavuşturulamamış bir konudur... Ulusal ülkü olarak görülen toprak konusuna 1945’e kadar küçük çaplı ve geçici çözümler üretilmiştir. Kısmen de olsa bu çözümler zaman zaman uygulanmıştır. 1945 yılına gelindiğinde ise Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu adı altında bir yasa hazırlanmış ve bu yasanın incelenmesi için alt kurul oluşturulmuştur. Alt kurulda yapılan incelemeler sonucunda yasa tasarı halinde meclise sunulmuştur. Özellikle büyük toprak sahiplerinin fazla topraklarını elinden alan bu yasa, toprak ağaları tarafından istenmemiş ve Adnan Menderes gibi milletvekilleri yasaya muhalif olmaları yönünde toprak ağaları tarafından desteklenmiştir. Kendiside pamuk üreticisi ve büyük toprak sahibi olan Adnan Menderes toprak ağalarından da aldığı güç ile mecliste ciddi anlamda hükümete yönelik sert eleştirilerde bulunmuştur. Menderes’i bu muhalefetinde Emin Sazak, Cavit Oral gibi büyük toprak sahibi milletvekilleri de yalnız bırakmamışlardır. Bu eleştirilere Refik Koraltan ve Fuat Köprülü gibi milletvekillerinin de katılmasıyla parti içerisindeki muhalefet açık bir şekilde kendini göstermiştir. Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu görüşmeleri, yasanın konuşulmasından daha çok, parti içi hesaplaşmaya dönüşmüş ve partinin demokratikleşmesi, Anayasa’nın ihlal edilmemesi konuları sözel olarak dile getirilmiştir… ***** 1937 – 1943 YILLARI ARASI DÖNÜM BAŞINA ÇİFTÇİ AİLE SAYISI; Dönüm / Çiftçi Aile Sayısı; 1. 1 ile 10 / 244.828 2. 10 ile 20 / 161.380 3. 20 ile 30 / 124.514 4. 30 ile 40 / 92.222 5. 40 ile 50 / 75.313 6. 50 ile 75 / 112.720 7. 75 ile 100 / 74.914 8. 100 ile 200 / 88.355 9. 200 ile 500 / 31.886 10. 500 ile 1000 / 40.104 11. 1000 dönümden fazla / 1876 7 Ocak 1946'da Dörtlü Takrir'e imza atanlar tarafından Demokrat Parti, kuruldu. Parti genel başkanlığına Celal Bayar getirildi. Demokrat Parti, ekonomi ve siyasette liberal düzenlemeleri savunuyordu… Demokrat Parti birinci iktidar dönemimde (1950–1954) liberalleşmede önemli adımlar attı. Yabancı yatırımlar desteklendi. Ezanın Arapça okunması ve radyoda dini program yapılması yasağı kaldırıldı ve okullara din dersi kondu... 1950 yılında Kore'ye asker gönderilmesinden sonra 1952'de NATO'ya girildi... DP'nin üçüncü ve son iktidar dönemi (1957–60) , iktidar ile muhalefetin yer yer sokağa taşan sert çatışmaları ile sürdü. 23. Hükümet döneminde Adnan Menderes Kıbrıs konusunda imzaladıkları ortaklık anlaşmasına garantörlük maddesini yerleştirerek uluslararası başarıya imza atmıştır… Muhalefetin etkinliklerinin soruşturulması için DP tarafından TBMM içinde Tahkikat Komisyonu kuruldu. Komisyon, CHP lideri İsmet İnönü'nün TBMM'deki konuşmasını yasakladı… ***** KORE SAVAŞI DÖNEMİ; Türkiye Cumhuriyeti, 1950 yılında başlayan Kore Savaşı'na fiilen katılmış ve 1950'den 1953'e kadar tugay büyüklüğünde bir kuvvetle Kuzey Kore'ye karşı savaşmıştı. Kunuri Muharebesi'ndeki başarılarıyla dikkat çeken Türk Tugayı, başta Koreliler olmak üzere bütün dünyanın takdirini kazanmıştır… II. Dünya Savaşı'nın bitip Soğuk Savaş'ın başlamasıyla Türkiye, uluslararası ortamda kendini yalnız buldu. II. Dünya Savaşı'nda tarafsız kalarak bütünlüğünü Almanya'ya karşı korumuş ancak savaş sonrasında Sovyetlerin Doğu Anadolu'da toprak ve Boğazlarda üs ve ortak savunma talepleriyle karşılaşmıştı. Böylece Sovyet tehdidine karşı müttefik arayan Türkiye Batı Bloğu'na ve Amerika'ya yakınlaşmaya başladı… Türkiye, NATO'ya girişini hızlandırmak için başlayan Kore Savaşı'na birlikler göndermiştir. Özellikle sol kesimler tarafından Türk gencinin kanının Amerika'ya satılması şeklinde eleştirilen bu davranış, Türkiye ile Batı Bloğu arasındaki yakınlaştırmayı hızlandırmış ve 18 Şubat 1952'de Türkiye NATO üyesi olmuştur... Türk Tugayının Kore Savaşındaki şehit sayısı 900’den fazladır. Şehitlerimizin defnedildiği önemli bir şehitlik Güney Kore’de bulunmaktadır… **** TAHKİKAT KOMİSYONU’NUN KURULMASI VE DEMOKRAT PARTİ İKTİDARININ SONU; Demokrat Parti ile muhalefet arasındaki gerginliği doruk noktasına çıkaran hadise Kayseri’nin Yeşilhisar ilçesinde meydana gelmiştir. Tarım Kredi Kooperatifleri seçimlerini CHP’nin kazanması DP ve CHP’liler arasında çatışmaya neden olmuş, bazı CHP mensuplarının yaralanması muhalefeti alevlendirmiştir… Kayseri’ye gitmek isteyen İnönü’ye engel olunması, muhalefete karşı devlet gücüyle hareket edilmesi gibi hadiseler kamuoyunda ibrenin CHP’ye doğru dönmesine yol açmıştır… Gelişen olaylar karşısında muhalefeti kısıtlayıcı bir dizi yeni önlemler alma gereğini duyan DP’liler, Tahkikat Komisyonu kurulması önerisini 18 Nisan tarihli Meclis toplantısına getirdiler. Bursa Milletvekili Mazlum Kayalar ve Denizli Milletvekili Baha Akşit’in CHP’nin siyasi faaliyetlerinin denetlenmesi amacıyla sundukları önerge Meclis gündemine alınmış ve sert tartışmalara neden olmuştur. Bu önergeye göre; CHP meşru bir seçimle iktidara gelmekten umudunu kesmiş ve her türlü baskı usullerini ve kardeş kavgalarını da mubah görerek bütün devlet müesseselerini tahrik etmektedir. Basın da CHP ile işbirliği yapmakta ordu siyasete çekilmektedir. Gaziantep, Zile, Uşak, İstanbul ve Yenişehir gibi devlet emniyet ve asayişini tehdit eden olaylar bir demokrasi mücadelesi gibi gösterilmeye çalışılmaktadır. TBMM’nin Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ile kendisine verilmiş hakları eline alarak bu meseleye müdahale etmesi artık zorunlu hale gelmiştir. Bütün bunların yanı sıra CHP kendi partililerini silahlandırmak ve iktidara karşı kışkırtmak, bizim radyo adındaki komünist radyosunu kendine ait bir radyo olarak göstermek, hücre teşkilatı ile işleyen gizli kollar kurmaya çalışmak, aynı maksatlarla neşir yolunda faaliyetlerde bulunarak demokrasinin fikri ve manevi temellerini tahrip etmek ve yalan neşriyatta bulunmak suretiyle memleketin siyasi, sosyal ve iktisadi hayatını tehlikeye maruz bırakmak gibi ağır suçlarla itham edilmiştir… Bu durumdan doğacak sonuçların önlenmesi için ise Dâhili Nizamnamenin 177’inci maddesi hükümlerine göre 15 kişilik bir Tahkikat Encümeni Kurulması talep edilmiştir. Bu encümenin son derece geniş yetkilere sahip olması öngörülürken, Türkiye’deki her türlü siyasi hareket ve faaliyeti durdurma yetkisine sahip olması ve gereğinde Meclis dışında da faaliyette bulunabilme yetkisi isteniyordu. Önerge karşısında söz isteyen İnönü, bu talepleri ve istenen salahiyeti her türlü hukuk telakkilerinin dışında, Anayasa’nın üstünde gayrı meşru bir talep olarak nitelendirmiştir. İsmet Paşa’ya göre bu encümen ile TBMM üzerinde bir baskı idaresi kurulmak istenmektedir. Bu durum Anayasa’ya ve insan haklarına karşı bir teşebbüstür. 15 kişilik Tahkikat Komisyonu için yapılan seçime 354 kişi katılmıştır... Tahkikat Komisyonu kararıyla bütün siyasi partilerin siyasi toplantıları muvakkaten durdurulmuş ve encümen ilk kararlarını almıştır Yayınlanan 1 No’lu tebliğ ile görev dağılımı yapılmış, 2 no’lu tebliğ ile siyasi toplantılar durdurulmuştur. 3 no’lu tebliğ ise, encümenin görev ve yetkileri ile ilgili her türlü haber, beyan, tebliğ, mütalaa, vesika, resim ve yazıların (TBMM Zabıt Cerideleri hariç) bu takrir ile alakalı TBMM müzakerelerinin her ne şekilde olursa olsun yayınlanmasını yasaklamıştır. Komisyonun kararları ve bu tebliğler muhalefetin ve basının büyük tepkisini çekmiştir. Özellikle CHP lideri İnönü’nün eleştirileri üzerine yayınlanan 4. tebliğ bir uyarı niteliğindedir. Bu tebliğde İnönü’nün şartlar tam olduğunda milletler için ihtilal meşru bir haktır, sözleri eleştirilmiş ve CHP liderinin bu beyan ile gayrı meşruluğun hudutlarını fazlasıyla aştığı vurgulanarak bu tür tahriklerin milletinin vicdanında onay bulamayacağı ve encümenin görevine ciddiyetle başladığı belirtilmiştir. Dünya ve Ulus gazetelerinin 19 Nisan tarihli sayıları söz konusu yasaklar yüzünden toplatılmıştır… Meclis Tahkikat Komisyonu’nun yetkilerini tayin eden bu kanun çok tartışılacak ve tepkilere yol açacak maddeler içeriyordu. Komisyona son derece geniş yetkiler veren kanun, alınacak kararlara muhalefet edenlere, kararların uygulanmasında ihmali görülenlere ve gizliliğe riayet etmeyenlere karşı çeşitli hapis cezaları ön görüyordu. Komisyonlara ön görülen bu yetkiler anayasa profesörleri tarafından da tepki ile karşılanmıştır... Komisyon çalışmalarına başlar başlamaz belli başlı kamuoyunda ön plana çıkmış kişileri ifade vermeye çağırmış, siyasi gösteriler tamamen yasaklanmıştır. Gazetelerin her yazdığı haber sansüre uğramıştır… Tahkikat Komisyonu’nun kurulmasının ardından ilk gösteri polisin müdahale ettiği Kızılay’da olmuştur. 28 Nisan’da İstanbul’a da sıçrayan gösteriler İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesinde şiddetlenmiştir. 2 öğrencinin hayatını kaybetmesi çok sayıda öğrencinin yaralanması üzerine gösteriler diğer fakültelere de sıçramış, İstanbul Üniversitesi tatil edilirken, Ankara ve İstanbul’da sıkıyönetim ilan edilmiştir. Bu şehirlerdeki bütün toplantılar yasaklanmış İstanbul Sıkıyönetim Komutanlığına Orgeneral Fahri Özdilek, Ankara Sıkıyönetim komutanlığına ise Org. Namık Argüç atanmıştır. Tahkikat Komisyonu yayınladığı tebliğ ile İstanbul’da meydana gelen olaylar hakkında komisyonun, hükümetin ve kumandanlıkların yapacakları resmi tebliğler haricinde her türlü haber, görüş, fıkra, resim, yazı vb. yayınları yasaklamıştır. Meydana gelen olaylar hakkında Menderes ise; memleketin selamet ve asayişi ile oynanamaz. Devlete karşı gelmenin ne demek olduğu bilinmelidir. Yalan haberlere mani olmak için hükümet tebliğler yayınlamaya devam edecektir, diyordu... TBMM’nin 29 Nisan tarihli oturumunda İstanbul ve Ankara vilayetlerinde ilan edilen sıkıyönetimin tasdikine dair başbakanlık tezkeresi okunmuş bu karara muhalefet şiddetle karşı çıkmıştır. Sıkıyönetim kararını eleştiren CHP, İstanbul’da ve Ankara’da çıkan olaylarda polisin ve zabıtanın haksız yere öğrencilerin üzerine salındığını söyleyerek durumdan Demokrat Parti’yi sorumlu tutmuştur. Olayların ardından yasaklar genişletilmiştir. Ankara’da üniversiteler 29 Nisandan itibaren bir ay tatil edilmiş, yurtlarda toplantı yasaklanmış, taşradan gelen öğrencilerin evlerine dönmesi istenmiştir. Ayrıca umuma açık yerlerdeki spor faaliyetleri ve müsabakaları da yasaklar kapsamına alınmıştır. İstanbul’da da benzeri yasaklar mevcut olmakla birlikte özellikle basına yönelik kısıtlamalar dikkat çekicidir. Basına getirilen yasaklar iktidar aleyhine sonuç vermiştir. Önemli olaylar hakkında normal yoldan bilgi edinmek mümkün olmayınca haberler dedikodu yolu ile yayılmıştır. Fazlasıyla abartılı olan bu bilgilerin yayılması halkın gözünde iktidarı daha da korkunç hale getirmiştir... Hadiseler tahrik ve tertip eseridir, ayaklanma için bir sebep yoktur. Memleket yalan seline boğulmak isteniyor, sözleri ile olayları yorumlayan Menderes, bütün gelişmeleri siyasi bir suikast ve seçimsiz iktidara gelme çabası olarak yorumlamaktadır. Hadiselerin yatışmaması üzerine sıkıyönetim idaresi emri dinlemeyenlere silahla karşılık verileceği yönünde bir tebliğ yayınlamıştır. Şiddet tedbirlerine başvurulması ve baskılar olayları durdurmamış aksine daha da alevlenmesine neden olmuştur. Ankara da yapılan eylemler içerisinde en dikkat çekici olanı 5 Mayıs’ta 555K(5.ayın 5’inde saat 5’te Kızılay’da) parolasıyla yapılan gösteridir. Menderes’in arabadan inerek göstericilere tepkide bulunduğu bu eylemde İçişleri Bakanı’nın dağılmayan göstericilerin üzerine ateş açılması emri verdiği iddia edilmiştir. Olaylar akşam saatlerine kadar sürmüş hadisenin haber ve fotoğraflarını yayınlayan iktidarın yayın organı Zafer gazetesi bile 14 Mayıs’a kadar kapatılmıştır... Gerek Mecliste gerekse de radyo konuşmalarında olaylar hakkındaki görüşlerini açıklayan Menderes, DP’ye yönelik Anayasa’yı ihlal suçlamalarının demokrasiyi anlamayan bir avuç zümrenin seçimleri ve milli iradeyi yok etmek için hazırladıkları tertip olduğunu söylemektedir. Menderes son mitingi olan Eskişehir mitinginde ise hedeflerinin seçim yolu olduğunu söyleyerek iktidara gelme ve gitmenin seçimden başka yolu olmadığını kabul etmek lazımdır, diyordu. Anadolu Ajansına verdiği demecinde Tahkikat Komisyonu’nun çalışmalarını değerlendiren Menderes, komisyonun görevini üç ay yerine bir ayda tamamladığına dikkat çekerek kopartılan gürültünün boşuna olduğunu söylemiştir. Menderes, Anayasa’yı ihlal etmek, kanunsuz baskı yapmak, mahkeme vazifesi görmek gibi bir amaçlarının olmadığını ve bunların hepsinin asılsız söylentiler olduğunu vurgulamıştır… DP büyük bir halk desteği ile iktidara gelmesine rağmen izlediği liberal politikaların herkes tarafından benimsendiğini söylemek mümkün değildir. Devletçi ekonomik modelin taraftarları, Menderes’in girişimlerinin Atatürk’ün bu yöndeki başarılarına zarar verdiğini düşünürlerken aynı zamanda İslamcı muhafazakârlara taviz verilerek laiklik ilkesinin de zedelendiğini düşünüyorlardı. Ekonomik sıkıntıların baş göstermesi ile birlikte muhalefet güçlenmeye başlamış, DP iktidarının özellikle CHP’ye yönelik sert politikaları demokratik rejimin zedelenmesine yol açarken ordudaki huzursuzluğu da su yüzüne çıkarmıştır. Siyasi krizin 1960 baharında son noktaya gelmesi ordu içindeki grupları da hareketlendirmişti. Özelikle İnönü’nün Ege gezisi sırasında yaşanan olaylar, İnönü’yü hedef alan açık saldırılar bütün endişeleri su yüzüne çıkarmıştı. 27 Mayıs’tan önce Menderes birkaç kez istifa etmeye teşebbüs etmiş ancak Celal Bayar tarafından bu girişime engel olunmuştur. Menderes ve hükümet üyeleri bir darbe tehdidinin farkında olmakla birlikte bu ihtimali fazla ciddiye almamışlardır… Tahkikat Komisyonu’nun faaliyetleri ile birlikte ortaya çıkan gelişmeler 27 Mayıs’a giden süreçte önemli bir rol oynamıştır. Milli Birlik Komitesi üyelerinden Cemal Madanoğlu’nun bir röportaj sırasında sarf ettiği şu sözler bu durumu açıkça gözler önüne sermektedir. … Karşı devrimcilik iyice tırmanmış durumda. Eh partizanlık almış yürümüş. Parti diktatörlüğü öyle. Ekonomik durum, bu şartları tamamlıyor. Bu sırada milleti en çok gayrete getiren, bardağı taşıran son damla DP’nin bir tahkikat komisyonu kurması oldu. Çok körlemesine gittiler. Yani ihtilalı aslında biz yapmadık. Onlar yaptı… Demokrat Parti, 1954 ve 1957 seçimlerinde de halkın çoğunluğunun oyunu alarak Türkiye’yi on yıl boyunca tek başına yönetmiştir. 1950- 1954 arasında özellikle ekonomi alanında ki olumlu gelişmeler, 1954 seçimlerinde halkın iktidar partisine desteğini artırmıştır. Bundan cesaret alan Demokrat Parti yönetiminin popülist politikalara ağırlık vermesi, ekonomide ciddi bozulmalara sonucunda da sosyal sorunların doğmasına yol açmıştır. Bu popülist politikaların sonucunda Demokrat Parti 1957 seçimlerinde halkın desteğini önemli ölçüde kaybetmiştir, fakat halkın desteğinde ki bu azalış, DP’nin iktidardan düşmesi için yeterli oranda olmamıştır. 1957 seçimlerinde Demokrat Parti, seçimlerden zayıflayarak çıkmasına rağmen, tek başına hükümeti kuracak kadar oy almayı başarmıştır... Demokrat Partinin 10 yıllık iktidarı döneminde Atatürk Devrimlerinin temel ilkelerini teoride kabul etmelerine rağmen, uygulamada hiç birine uyulmadığı gibi Atatürk ilkeleri de ciddi bir şekilde amaçlarından saptırılmıştır. Bu da, Türk Devrimi’nin temeli sayılabilecek ekonomik bağımsızlık ve çağdaşlaşma hedefinin bu yıllarda duraklaması, hatta bazı noktalarda gerilemesi sonucunu doğurdu… Böylece Türk toplumu 1950 – 1960 yılları arasında, gelişen batılı modern demokrasilerle bütünleşmek fırsatını da kaçırmış oldu. Demokrat Parti’nin oy toplama kaygısı ile dini siyasete alet etme politikası, bu dönemde gerici örgütlenmeleri cesaretlendirmiş, bu anlayış sonraki yıllarda da Türk siyasal hayatının tehlikeli bir alışkanlığı haline gelmiştir. 1960 yılının başında Türkiye Cumhuriyeti Devleti artık totaliter bir rejimin eşiğine gelmiştir… Bu durum sonucunda, 27 Mayıs 1960 yılında Türk Silahlı Kuvvetleri’nin siyasal gidişata müdahale ederek, yönetimi devralması sonucunu doğurmuştur… ***** 1957 SEÇİMLERİ SONRASI GELİŞMELER, SİYASİ HUZURSUZLUKLAR VE VATAN CEPHESİ; CHP, 1957 seçimleri sonrasında muhalefette kalmış olmasına rağmen önceki dönemlere göre Meclis içinde daha güçlü bir konuma gelmişti. Bu dönemde iki partinin birbirlerine olan bakışları keskin bir çizgiye oturmuş ve giderek sertleşmişti… Bu dönemde yürütülen ekonomik politikalar bütçenin açık vermesine, zamlara ve enflasyonun körüklenmesine neden oluyordu. Halkın yaşam standardının düşmesi ve DP’nin uluslararası alanda da saygınlık kaybına uğramaya başlaması zamanla toplumda ki hoşnutsuzluğu da arttırmıştı. Diğer yandan antidemokratik uygulamalar ve siyasi baskılar muhalefete haklılık kazandırıyordu. Hükümetin seçim sonrası ilk icraatı ise muhalefeti etkisizleştirecek sert tedbirleri uygulamaya koymak olmuştu. Bu amaçla 27 Aralık’ta Meclis denetiminin zorlaştırılmasını sağlayan tüzük değişikliğine gidildi. O zamana kadar muhalif fikirlerin açıkça söylenebileceği tek yer olan Meclis kürsüsü bu uygulama ile birlikte bu özgürlükte kısıtlandı. Bu uygulama başta hukukçular olmak üzere birçok kesimde büyük tepkilere yol açtı... Ekonomik sorunların ağırlaşması, karaborsa, kuyruklar ve ardı arkası kesilmeyen zamlar ülkede büyük bunalım yaratmaya başlamıştı. Batı dünyası ile olan ilişkilerin zayıflaması Kıbrıs meselesinde İngiltere’nin Yunanistan’a yaklaşması dış yardımların kesilmesi de DP hükümetini zor durumda bırakmıştı. Bu durumdan kurtulmak için hükümet 4 Ağustos Kararları adı ile bilinen bir dizi uygulamayı yürürlüğe koymuştur. Türk parasının değeri düşürülmüş ve başta Amerika olmak üzere Batı devletlerinden kredi talebinde bulunulmuştu. Bu yardımlar karşılığında hükümet, Avrupa İktisadi İşbirliği teşkilatına bir istikrar programı sunarak buna bağlı kalmayı taahhüt etmişti... Muhalefetin tavrını 6 Eylül’de Balıkesir’de yaptığı bir konuşmada eleştiren Menderes, muhalefetin halkı, Irak’tan örnek alarak hükümeti devirmeye karşı kışkırttığını öne sürüyordu. Onların niyeti TBMM denilen aziz kabeyi itibardan düşürmek ve memlekete işte mecliste kalmamıştır diyerek, seçimlerin semtine dahi uğramadan iktidara gelmektir... diyordu. Menderes’in ortaya koyduğu bu tehditkâr demokrasi anlayışına İnönü’den sert bir cevap gelmiştir… Muhalefette ciddi bir toparlanma yoluna gidilirken Köylü Partisi, CMP ile birleşmiş, HP ise CHP’ye katılmıştır. CHP’nin 14. Kurultayında yayınladığı ilk hedefler beyannamesinde muhalefet güç birliğinin varmak istediği amaçları on madde ile sıralamış, Menderes ise bu güç birliğini Haçlı İttifakı olarak nitelendirmiştir. İlk hedefler beyannamesinin kabulünden hemen sonra Menderes ilk defa Manisa kongresinde yaptığı konuşma ile güç birliği hareketinin karşısına Vatan Cephesi ile çıkılmasını istemişti. DP örgütü içinde bu görüşe karşı olanlar bu durumun partiyi zayıflatabileceğini öne sürdüyseler de Menderes bu konuda ısrarcı olmuştur. Celal Bayar’da muhalefetin yükselen eleştirilerine karşı DP’nin yanında yer almıştır. 28 Kasım 1958’de Çorum’da yaptığı konuşma’da milletin maneviyatının her zaman yüksek olduğunu söyleyen cumhurbaşkanı milletin refah ve emniyetine engel olabilecek herhangi bir durum ortaya çıktığında milletin azim ve iradesinin o engeli bir karınca gibi ayağının altında ezmeye muktedir olduğunu, söylemiştir. Bayar’ın bu sözleri muhalefete gözdağı olarak yorumlanarak şiddetle eleştirilmiştir. DP’nin Vatan Cephesi örgütü ocaklar kurarak ülke genelinde kısa sürede örgütlenmiştir. Bu ocakların yalnız DP’lilere değil bütün vatandaşlara açık olduğu bildirilmiş ve radyodan yapılan yayınlarda her haber saati öncesinde bu cepheye katılan vatandaşların isimleri okunmaya başlamıştır. Bu uygulamanın yanı sıra birçok yerde yayınlanan ve iktidar lehine haberler yapan Vatan Cephesi adında propaganda gazeteleri yayınlanmaya başlamıştır. Birçok kişinin adı kendisinin bile haberi olmadan cepheye katılanlar arasında açıklanmıştır. DP’nin bu uygulaması muhalefetin muhtemel bir eylemine karşı kitlesel bir savunma imkânı vermektedir... 1957 seçimleri sonrasında ortaya çıkan bu gelişmelerle birlikte siyasi gerginliğin dozu gün geçtikçe daha da artmıştır. Bir yandan muhalefetin güç birliği hareketi diğer yanda Vatan Cephesi ocakları adeta iki düşman kutup yaratmış ve ülke kısa süre içerisinde bir kaosun içine sürüklenmiştir. 1959 yılının Şubat ayında Menderes’in Londra’da geçirdiği uçak kazasından kurtulması ülkedeki gerginliği geçici olarak durdurmuştur. Aralarında bakan milletvekili ve dışişleri görevlilerinin de bulunduğu birçok kişinin hayatını kaybettiği bu kaza ülke genelinde duygusal bir hava yaratmıştır. Menderes ülkeye dönüşünde görkemli törenler ve büyük sevgi tezahüratları ile karşılanmıştır. İnönü’nün tren garında Menderes’i karşılaması ve geçmiş olsun dileklerini iletmesi iktidar ile muhalefet arasındaki çatışmayı kısa bir süreliğine yumuşatmıştır. Menderes’e DP’nin ileri gelenleri tarafından İnönü’ye nezaket ziyaretinde bulunması yönünde telkinler yapılmıştır. Cumhurbaşkanı Bayar İnönü’nün bu hareketini siyasi bir taktik, olarak algılamış, CHP’ye güven olmaz, gerekçesi ile de bu ziyareti engellenmiştir.. DP’liler Menderes’in uçak kazasından kurtulmasına mucizevî ve ilahi anlamlar yükleyerek, başbakanın daha da yüceltilmesini gündeme getirmiş ve yer yer dozu aşmış propagandalar yapmışlardır. Uçak kazasının ardından ortaya çıkan diyalog fırsatı iyi değerlendirilememişti. Nisan ayında 46 milletvekili ile birlikte Ege bölgesinde geziye çıkan İnönü ise 29 Nisan’da Büyük Taarruzu başlattı. İnönü Eskişehir’den geçerken halkın gösteri yapması engellendi. Uşak’ta da polis halkı dağıtmak için güç kullandı... İlk konuşmayı Uşak’ta yapan İnönü burada yaptığı konuşmada Kurtuluş Savaşına gönderme yaparak Uşak’ın Yunan orduları Başkumandanı Trikopis’i esir aldığı yer olduğunu hatırlatıyordu. İnönü’nün Uşak gezisi büyük olaylara neden oldu. CHP ve DP’liler birbirleriyle çatışırken İnönü’ye taş atılması gerginliği iyice tırmandırdı. 1 Mayıs’ta Manisa’ya geçen İnönü’nün sonraki durağı İzmir olmuştur. Bu yolculuk sırasında’da taraflar arasında çatışmalar yaşanmıştır. DP’liler İnönü’yü Mili Mücadelenin hatırasını kendi çıkarları için kullandığını söyleyerek ağır şekilde eleştiriler de bulunmuşlardır. İzmir’de de gerginlik devam ederken Demokrat İzmir gazetesinin basılarak tahrip edilmesi olayları daha da tırmandırmıştır. Bu olaylar üzerine İstanbul’a dönen İnönü’nün Topkapı surları yakınında saldırıya uğraması tehlikeli gelişmelere yol açmış, bu olaylar DP cephesinde de tedirginlik yaratmıştır. 6 Mayıs’ta olağanüstü toplanan DP meclis grubunda bazı milletvekilleri tarafından İnönü memleketi ihtilala sürüklemek ile suçlanmış ve muhakkak surette politika dışına atılması gerektiği yolunda görüşler savunulmuştur... Uşak olaylarının ardından CHP meclis’e bir önerge vermiş Uşak, Turgutlu, Akhisar, İzmir, İstanbul olaylarından dolayı Menderes ve İçişleri Bakanı Namık Gedik hakkında soruşturma açılmasını istemiştir. Bu önerge gündeme alınmayınca muhalefet meclisi topluca terk etmiş ve Meclis dışındaki faaliyetlerini hızlandırmıştır. Eylül’de CHP Genel Sekreteri Kasım Gülek ve beraberindeki milletvekillerinin Çanakkale-Geyikli de karşılaştıkları protestolar ve çıkan olaylar neticesinde bazı partililer ve muhalefete mensup milletvekilleri gözaltına alınmışlardır. CHP kurulunun bu bölgeye gitmesi engellenmiş, olaylar hakkında yayın yasağı getirilmiştir. Geyikli olayları iktidar muhalefet çatışmasında önemli bir dönüm noktası olmuştur. İktidar ve muhalefet liderlerinin uzlaşmaz tavırları dozunu aşan suçlamalar, basının tahrikleri, DP’nin muhalefeti dışlayan tavırları, iktidar ve muhalefet yandaşlarının partizanca hareketleri, TBMM’de milletvekili kavgaları siyasi kutuplaşmayı ve sokak çatışmalarını iyice körüklemiştir. İki kutuba ayrılmış kamuoyunda her iki cephede, vatanı korumak ve demokrasiyi yaşatmak iddiasıyla hareket ettiklerini söylemektedir…