NEVRUZ NEDİR
Nevruz Nedir?
Nevruz ya da yanlış olarak aratılan nevroz; Farsça bir kelime olup yeni gün demektir. Güneşin koç burcuna girdiği miladi martın 22. gününe rastlamakta, Rumi takvime göre ise martın 9. gününe tesadüf etmektedir. Nevruza mart 9’u da denir. Arapça kaynaklarda nevruz adı ile geçen bugün kuzey yarım kürede bahar-yaz başlangıcıdır. Bundan ötürü bahar bayramı kabul edilir. Halk arasında bugün şenlikler yapılarak kutlandığı gibi devletler nezdinde de törenler yapılmıştır. Ve hala yapılmaya devam etmektedir (Levy, 1962: 9, 233b).
Nevruz Kimin Kültüründe Vardır?
Nevruz da ağırlıklı olarak orta kuzey yarım kürede yaşayan halklar arasında uzun tarihi geçmişi olan bir gelenek ve kültür öğesidir. Ancak nevruzun, sözünü ettiğimiz bu coğrafyada yaşayan halklardan hangisine ait olduğu ve menşei tartışmalıdır. Nevruz geleneğine sahip çıkan halklardan bazıları, çoğu kez bir kültür etnosantirizmi anlayışı içinde, bazen ideolojik ve dini sebeplerle sahip çıkarlarken bazı halklar da dini ve ideolojik sebeplerle karşı çıkmaktadırlar. Bu konuda yapılan bilimsel çalışmalarda da ortak bir sonuca varılabilmiş değildir.
Nevruz Nerelerde Kutlanır?
Nevruz geleneği çok eski zamanlardan beri süregelmektedir. Ancak bu geleneğin İran kültürüne ait olduğunu savunanlar olduğu gibi Türkler’de de çok eskiden beri nevruz törenlerinin yapıldığı, hatta Ergenekun’dan çıkışın nevruz gününe rastladığı görüşü de savunulmaktadır. Nevruz geleneği İranlılar’dan Araplar’a da geçmiş olup bu güne gece ile gündüzün eşit olduğu gün ya da gece ile gündüzün dengelendiği gün anlamına gelen “birinci itidalyun” (nevruz), güz mevsimindeki gece ile gündüzün eşit olduğu güne de “ikinci itidalyun” (mihrican) denilmektedir. Görüldüğü gibi nevruz konusunda rivayetler muhteliftir. Ancak buna rağmen, günümüzde nevruz, Türkiye’nin de içinde bulunduğu büyük bir coğrafyada; genel olarak kuzey yarım kürede Adriyetikten Çin seddine kadar olan bölgede, özellikle de, Orta Asya’da, Anadolu’da, Kafkaslarda, Orta Doğu’nun bir bölümünde farklı ırklara mensup halklar ve milletler tarafından çeşitli tören ve eğlencelerle kutlanmaktadır. Martın 21. günü Azarbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Afganistan, Tacikistan ve İran’da resmi tatil ve bayram günüdür. Türkiye Cumhuriyeti ile K. K. T. C’de resmi tatil olmamakla birlikte bayram olarak kabul edilmiştir.
NEVRUZ GELENEĞİ NEREDEN GELİYOR?
Nevruzun menşei, hangi millete ait olduğu ve kutlama biçimleri konusunda üç yaklaşım tespit edilebilmiştir.
a) Nevruz Efsaneleri
Yaratılış destanları, mitler, efsaneler vb. değerler birer kültürel zenginliktir. Toplumlar bu tür değerlerin gerçekle alakasının olmadığını ya da uydurulmuş olduğunu bile bile sahip çıkarlar. Daha sonra da bu temel varsayımlarını ideoloji haline getirirler. Nevruzla ilgili olarak da aynı şeyleri söyleyebiliriz.
Nevruz geleneğinin menşeine temel teşkil eden üç faklı efsane vardır. Bu efsanelerden biri İran Şahı Cemşid’in doğu Azarbaycan’da taht kurması hadisesinin efsaneleşmesi, öbürü Türklerin Ergenekun’dan çıkış efsanesi, bir başkası ise Kürtlerin Dahhak-Kava efsanesine uyarladıkları bağımsızlık günü efsanesidir.
İran efsanesine göre nevruz
Rivayet odur ki, İran devletinin büyük şahı Cemşid Şah, yeryüzünün her tarafını dolaştıktan sonra geldiği Azerbaycan’ı beğenip doğu tarafına bir taht kurdurdu. Şahane bir elbise giyerek başına da mücevherden bir taç takarak tahta oturdu. Güneş doğup da şaşası o taç ve tahta yansıyınca bütün o havaliyi nura boğdu. Herkes bu hadiseden mutluluk duydu. Bu gün yeni ve mutlu bir gün diye bu güne nevruz dediler.
Büyük şenlikler yapılarak bugünü kutladılar. Bundan sonra her yıl bu töreni yapmayı usul haline getirdiler. Bu gün ferverdi ayının birinci günüdür ve navruz-i ‘amma denilir. Ferverdi ayının altıncı gününe de navruz-i hassa denilmektedir. İran geleneğinde navruz-i ‘amma ile navruz-i hassa arasındaki bu altı günde Acem şahları ihtiyaç sahiplerinin ihtiyaçlarını karşılarlar ve genel af ilan ederler. Nevruz günleri zevk u safa günleri olduğu gibi idareciler tarafından, halkın şikayetlerinin dinlendiği bir gündür.
İran’da nevruz münasebetiyle “nevruziye” denilen bir nevi tatlı yapılır. Bu nevruziyeler 7 maddeden yapıldığı ve o maddelerin baş harfleri kullanılarak yapıldığı için “hefsin” denilmektedir. Daha sonra nevruziyelerin karışımı 40 maddeye kadar çıkmıştır (Pakalın, 1972: 2, 686).
Türk efsanesinde nevruz
Efsaneye göre Türkler Çinliler tarafından bozguna uğratılır. İki kağan oğlu Nököz ve Kiyan ile iki kız kurtulur. Bir ala geyiğin ardına düşerler ve koşarken yuvarlanarak genişçe bir çukura düşerler. Burası yeşillik ve ağaçlık bir yerdir. Kuşların ötüştüğü, kelebeklerin uçuştuğu cennet gibi bir yerdir. İçine düştükleri bu yeşillik alanda bir süre sonra ala geyikle buluşurlar ve geyiğin sütünü içerek hayatlarını devam ettirirler. Bu gençler evlenirler ve sayıları çoğalır. Burada tam 400 yıl kalırlar. Ama Turan’a kavuşmaktan da ümitlerini kesmezler. Burası Ergenekundur.
Bir gün bu gizli yurtta bir kurt görünür ve kurt geyiklerden bir tanesini parçalayarak yer. Çoban kurdun bir delikten çıktığını görür. Delik oldukça dardır. İçlerinden mesleği demirci olan birisi ocak yakar, örs kurar, hayvan derilerinden körük yaparak yaptıkları aletlerle deliği genişletirler ve kurdun gösterdiği yoldan hareket ederek düştükleri çukurdan, yani Ergenekun’dan çıkarlar. Bu gün istiklal günüdür ve bugün yeni gündür, bugün nevruzdur (Çay, 1985: 23-24 ve Oğan, 1993: 32).
İşte bugünü başlangıç kabul ederek, Türkler bugünü kurtuluş ve nevruz bayramı olarak kutlamaktadırlar. Nevruz zamanla bir Türk geleneği halini alır. Tarihi süreç içinde, Türk devlet ve topluluklarının sosyal hayatlarında nevruz farklı algılama ve uygulamalara sahne olsa da varlığını bugüne kadar devam ettirmiştir. Bu durumu belgeleyen çeşitli örnekler mevcuttur; efsane ile bağlantılı olarak bugün bile martın 21. gününü kurtuluş ve bayram günü kabul eden çeşitli Türk boyları, demiri ateşte kızdırıp, önce en büyük Türk büyüğü bu demir parçasını bir kıskaçla tutarak örse koyar ve onu çekiçle döver, daha sonra törene katılan öbürleri sembolik olarak aynı şeyi yaparlar. On iki hayvanlı Türk takviminin başlangıcı nevruz- martın 21’idir. Selçuklu sultanı Melik şahın 1079 celali takvimi diye bilinen takvimin ilk günü de nevruz- martın 21’idir. Akkoyunlularda Uzun hasan Beyin vergilerinin başlangıç günü mart 21 nevruz günüdür. Bu gelenek cumhuriyete kadar da devam etmiştir. Halk arasında bu uygulama Hasan paşa kanunları olarak bilinir. Osmanlı sarayında nevruziye geleneği çok yaygındır. Nevruziye adıyla şiirler yazılır. Özel macunlar hazırlanır ve padişaha takdim edilirdi. Halk arasında hediyeleşilir özellikle devlet erkanı nevruz günü dolayısıyla tebrikleri kabul eder ve hediyeleşirlerdi. Ayrıca halk yerleşim bölgelerinin dışına çıkar ve mesire yerlerine giderek eğlenirlerdi (Levy, 1962: 9, 233b).
Kürtlerin kabullendiği Dahhak-Kava efsanesinde nevruz
Rivayete göre, İranlılar ile Hintlilerin henüz ayrılmadığı dönemde saltanat sahibi, çölde yaşayan faziletli “Merdas” adında bir zat yaşar. Arap asıllı olan bu zatın bir de “Dahhak” adında bir oğlu vardır. Şeytan kıyafet değiştirerek Dahhak’a gelip babasını öldürerek yerine geçmesini öğütler. Dahhak babasını öldürür ve tahtına geçer. Saltanatın cazibesine kapılan Dahhak kendisine bu fikri veren şahsı (şeytanı) yanına çağırır ve onu bir hediye ile ödüllendirmek ister. Ancak şeytan hediyeyi kabul etmez, buna karşılık omuzlarından öpmek ister ve öper. Şeytanın öptüğü yerlerde birer ejderha peydah olur ve sonra da şeytan kaybolur. Bu iki ejderha günden güne büyümektedir. Dahhak ülkesindeki bütün hekimleri toplatır.
Hekimler buna bir çare bulamayınca da hepsini öldürtür. Bir gün hekim kıyafetinde şeytan ortaya çıkar ve ejderhaların kendisini rahatsız etmemesi için her gün iki genç insan beyni yemesini tavsiye eder. Daha sonra aşçı kılığıyla saraya giren şeytan, her gün iki gencin beynini hazırlayarak Dahhak’a yedirir. Bir süre sonra şeytan ortadan kaybolur ve saraya iki aşçı alınır. Bu iyi yürekli Ermail ile Kermail adlı iki aşçı aralarında anlaşarak saraya getirilen her iki gençten birinin beynini ikiye bölüp Dahhak’a iki beyin diye takdim ederlerken kurtulan gençleri de şehirden uzakta dağda hayatalarını tembih ederler ve böylece kurtulan ve dağda yaşayan geçlerin sayısı iki yüzü bulur. Firdevsi’ye göre işte bugünkü Kürt kavminin aslı bunlardan türemiştir.
Efsaneye göre bir gün ölüm sırası Kava adında bir demircinin oğluna gelir. Kava saraya girerek, bu uğurda on yedi oğlunun beyninin çıkartılıp öldürüldüğünü, hiç olmazsa sonuncu oğlunun bağışlanmasını isterse de reddedilir. Bunu üzerine o da bu gidişe son vermek isteyen halkla bütünleşerek ve dağlarda yaşayanlardan da yardım alarak zalim Dahhak’ın saltanatına son verir. Ve ondan sonra her şey yeniden başlar. Bugün yeni gündür, nevruzdur. İşte Dahhak Demirci Kava efsanesi bundan ibarettir (Firdevsi, 1992: 104-16).
Dahhak adı Hint, İran, Arap ve Türk halkları arasında sıkça kullanılan ve kötülük timsali bir zattır. İlk kez Zerdüşilerin kutlu kitabı Avestada adı geçer. Bazı Hint kaynaklarına göre de halkı putperestliğe çağıran, sapık din kurucusu Arap asıllı bir kişidir. Pehlevi metinlerine göre Dahhak İran yöneticileri arasında baskıcı bir yöneticidir ve onu Kirsap adlı bir kahraman öldürür ve ondan sonra her şey yeniden başlar onun ölümü bir yeni gündür. Nevruzdur.
İslam geleneğinde ise bir zulüm örneğidir. Nuhun oğlu Yafesin soyundan olan zalim bir hükümdardır.
Ayrıca İslam kaynaklarında Dahhak’a ait sıfatların çoğunun, Deccal’ın sıfatlarına benzediği görülür. Dahhak’ın klasik Türk ve İran edebiyatlarında en önemli vasfı Nemrut ve Firavun gibi zulüm ve kötülük timsali oluşudur. (DEMİRCİ, 1993: 8, 409b).
Görüldüğü gibi bu efsane Asya ülkelerinin ortak malı gibidir. Dahhak’a yükledikleri anlam da aşağı yukarı aynıdır. Asya ülkeleri halklarından bir grubun bu efsaneyi kendi siyasi çıkarları uğruna içselleştirdikleri söylenebilir. Özellikle Türkiye’de bazı Kürt gruplarının bu efsaneye dayanarak etkinliklerde bulundukları ve bu günü zulümden kurtuluş günü olarak algıladıkları bilinmektedir.
Görüldüğü gibi nevruzun menşei ve hangi millete ait olduğu konusunun en az üç tane efsanesi vardır. Efsaneler üzerine bilimlik kanaat belirtmek mümkün değildir. Herhangi bir milletin efsanelere dayanarak nevruzu kendilerine ait görmeleri kültürel etnosantirizmden başka bir anlam taşımaz.
b) Dini İnanışlara Göre Nevruz
Nevruzla ilgili yapılan hemen bütün çalışmalarda nevruzu belli bir millete ya da gruba mal etme gayretlerinde olduğu gibi, belli bir dini inançla irtibatlandırma gayretleri de vardır. Mitolojik verilere ve değişik rivayetlere göre nevruz geleneğinin Zerdüşt dininden geldiği, Türklerin eski dini olan kamlıkla ilgisi olduğu, Musevi yortusundan geldiği, Hristiyan dini ile irtibatlandırılıp Hz. İsa’nın ölümü ve dirilişi ile ilgili olduğu ve çeşitli rivayetlerle İslam dini ile de bağlantı kurulmak istenmektedir. Biz burada nevruzun bütün dinlerle ilgisini değil, daha çok konumuz açısından Zerdüştilik (Mecusilik), kamlık ve İslam dini ile ilişkisi üzerinde duracağız.
Mecusilik inancı açısından nevruz
İslamiyet’ten önce İran’ın resmi dini olan Mecusiliğe, kurucusunun adından ötürü Zerdüştilikte denilmektedir. Mecusilikte, güneşe, aya ve ateşe tapma ayinleri vardır. Özellikle eski İran’da ateş kutlu sayılırdı. Zerdüştilik İran’da, İranlıların Müslümanlığı kabul etmesine kadar yaklaşık VII. yy’a kadar varlığını sürdürdü. İslamiyet’i kabul etmeyenler İran’dan kaçarak Hindistan’a geçtiler ve orada inançlarını yaşamağa devam ettiler (PAKALIN, 1972: 2, 432 ve Büyük Larousse, 1994: 15, 9210). İlkel dinlerin inanç ve ibadetlerinin tabiatla ilgisi bilinen bir gerçektir. Bu durum Zerdüşt inancı için de geçerlidir.” Bir anlayışa göre nevruz bayramı, Zerdüşt inancındaki tanrı Ahura-Mazda (Hürmüz) ile tanrı Angra-Mainyu (Ahriman)’nun mücadelesinde Hürmüzün savaşı kazanması sonucu, güneşin toprağı ısıttığı, tabiatı yeşillendirdiği ve bereketlendirdiği gündür” (AKSOY, 1997: 116). Bugünkü İran’da Mecusilik, inanç düzleminde önemini büsbütün yitirmiştir. Ancak kültürel izleri şu ya da bu biçimde kendisini göstermektedir. Nevruz bunlardan birisidir.
Kamlık inancı açısından nevruz
Aslında Kamlık diye bir din yoktur. Eski Türklerde din adamlarına kam denilmesine izafeten böyle bir yakıştırma yapılmaktadır. Öbür ilkel dönemlerde olduğu gibi, Müslümanlığı kabul edene kadar, Türklerin inançlarında da tabiat hadiselerinin; Güneş, Ay, yer-su ve atalar kültünün etkisi vardır. Örneğin, Hunlarda, kağan aynı zamanda baş rahip olup, göğün oğlu anlamında tengri kut denilmekte idi. Hakan, her sabah çadırdan çıktığında eğilerek Güneşi selamlar aynı hareketi akşam da Ay’a karşı tekrarlardı. Eski Türklerde ilkyaz, yaz ve güz mevsimlerinin başında resmi dini bayramlar yapılırdı (AYAS-TÜMER, 1986: 51-55).
Yazılı kaynaklarda Türklerin eski inançları ile nevruz arasında birebir bir ilişki kurulamamakla birlikte, dini törenlerin mevsim başlangıçlarında yapılması nevruzu (yeni günü) çağrıştırmaktadır.
İslam inancı açısından nevruz
Başlangıç itibarıyla nevruz, İslam öncesi dönemlere rastladığı için bu dönemlerde İslam inancı ile nevruz arasında bir irtibatlandırma yapmak mümkün değildir. Ancak, klasik altı hadis kitabında mevcut olan bir hadise göre Hz. Peygamber Medine’ye geldiğinde bir açıklama da yapmıştır. Şöyle ki; Hz. Enesin aktardığına göre, Hz. Peygamber Medine’ye geldiklerinde Medinelilerin eğlenip oynadıkları iki günlerinin olduğunu öğrendi. Bu günler “neyin nesidir” diye sordu. Medineliler de; “Biz cahiliyye devrinde bu günlerde eğlenirdik” dediler. Hz. Peygamber “Muhakkak Allah taala, size bugünlerin yerine daha iyilerini, Kurban ve Ramazan bayramlarını lütuf olarak verdi” buyurdu (en-NESEİ, 1981: 3-4, 265). Hadisin metninde Medinelilerin cahiliyye dönemindeki iki eğlencelerinin ne olduğu belli değildir. Ancak hadis bilimi ile uğraşanlar bu iki eğlence günlerinden birinin nevruz öbürünün de mihrican olduğunu ve bu iki eğlence gününü Arapların Mecusi İranlılardan aldıklarını ifade etmektedirler. İslam dünyasında Feteva-yı Hindiyye diye bilinen ve Hanefi fıkhı fetvalarının toplandığı kitapta ve öbür bazı güvenilir kaynaklarda cahiliyye döneminde Medinelilerin eğlendikleri günlerin Nevruz ve Mihrican günleri olduğu yer almaktadır (al-‘Azimabadi, 1415: 3, 341).
Şurası bilinen bir gerçektir ki, İslam dini geldikten sonra, İslam’ın özüne uymayan hususlar kesin bir dille yasaklanmıştır. Nevruz ve mihrican için böyle kesin yasaklar yoktur. Ancak nevruz geleneğinin oluştuğu toplumlar zamanla İslam dinini kabul ettikleri için hayatın öbür alanlarında olduğu gibi nevruz konusuna da bir meşruiyet kazandırma çabalarının olduğunu anlıyoruz. İslamlaşma sürecinden sonra nevruzun dini kisvelere dayandırıldığı, dini kisvelerle süslendiğini görüyoruz. Bu durum, belki nevruzun bir Mecusi geleneği olduğu iddiasını ortadan kaldırmağa yönelik bir cevap bulma gayretinin sonucu olarak da yorumlanabilir. Burada önemli bir noktanın belirtilmesi de gerekir; Müslümanlardan sünnet ehli diye bilinen kesimin bir kısmının, nevruza Mecusi adeti olduğu gerekçesi ile çok sıcak bakmadıkları da bilinen bir gerçektir. Ancak buna rağmen Sünni kesimde de nevruz kutlamalarının yapıldığı bilinmektedir. Bunların dışında Hangi kesimden geldiği pek belli olmamakla birlikte nevruza dinden dayanak alma bağlamında, nevruz Hz. Ademin yaratıldığı gündür. Nevruz Hz. Nuh’un gemisinin karaya oturduğu gündür. Nevruz Hz. Yunus’un balığın karnından çıktığı gündür. Nevruz Hz. Muhammed’in peygamber olduğu gündür. Nevruz Hz. Ali ile Hz. Fatıma’nın evlendiği gündür. Nevruz Hz. Ali’nin halife olduğu gündür vb. rivayetler vardır (Makas, 1987: 82-83; Tutar, 1998: 24).
Bunun yanında Alevi-Bektaşi kesimin konu ile daha yakın ilgisinin olduğu da görülmektedir. AKSOY’un derlediği bilgilere göre, nevruz Alevi ve Bektaşilerin bahar günüdür. Yüzyıllardır Alevilerin nevruzu Hz. Ali’nin doğum günü olarak kutladıkları bir gerçektir. Ayrıca üç gün yılbaşı orucu da tutulmaktadır. Özellikle Ege ve Akdeniz bölgelerinde Alevi-Bektaşiler büyük şenlikler yaparlar, Silifke tahtacıları da Hz. Hüseyin’in doğum günü kabul ederler (Aksoy, 1997: 116), Görüldüğü gibi Alevi-Bektaşi anlayışta nevruz daha canlı tutulmaktadır. Özellikle de Hz. Ali ile irtibatlandırma gayreti içindedirler. Bunun sebebi olarak, Alevi-Bektaşilerin Sünnilere göre, nevruzun daha canlı yaşandığı İran Şiileri ile dini anlamda daha çok anlayış birlikteliği içinde olmaları gösterilebilir. Görüldüğü gibi nevruzun din ile ilişkilendirilmesi her ne kadar eski Türk İnançları ve İslam inançlar ile irtibatlandırılsa da en kuvvetli deliller ve buna paralel olarak oluşan kanaat Nevruzun Mecusi inancı ile irtibatlandırılması daha doğru bir yaklaşım olarak karşımıza çıkmaktadır.
c) İnsan -Tabiat İlişkilerine Göre Nevruz
İnsanoğlunun çevresini kuşatan iki tür çevreden biri tabii çevre öbürü de sosyal çevredir. Tabii çevre insan soyunun da içinde bulunduğu ve hazır bulduğu çevredir. Var oluşuna da hiçbir katkısı yoktur. Ancak insanoğlu, içinde yaşadığı tabii çevreyi anlamlandırmak istemektedir.
Bu cümleden alarak insanoğlu tabii hadise olan güneşin ve dünyanın hareketleriyle de yakından ilgilenmiş ve anlamlandırmıştır. Örneğin dünyanın kendi ekseni çevresinde dönmesine bir gün, güneşin çevresinde dönmesine de bir yıl denmiştir. Bu dönme hadiseyi gerçekleşirken dünyanın güneş ışınlarını alış açısına göre mevsimlerin oluştuğunu anlamıştır. Mevsimlerin başlangıç ve bitişlerinden de sosyal hayatı biçimlendirmede yararlanmıştır. Nevruz da (yeni gün) insanoğlunun tabiatı anlama ve yorumlama gayretinin sosyal hayata yansımasından başka bir şey değildir.
Bilindiği gibi Mart 21 ile Eylül 23 gece ile gündüzün eşit olduğu tarihlerdir. Martın 21. günü güneş güney yarım küreden kuzey yarım küreye geçer, güneş koç burcuna girer ve kuzey yarım küre ilkyaz, güney yarım küre ise güz mevsimi başlar.
Eylül 23 günü güneş kuzey yarım küreden güney yarım küreye geçer, güneş terazi burcuna girer ve kuzey yarım küre güz, güney yarım küre ise ilkyaz mevsimi başlar. Başka bir ifadeyle Mart 21 ve Eylül 23 tarihleri dünyanın görüntüsünde önemli değişiklerinin başladığı ve bittiği başlangıç günleridir.
Tabiatın hareketlerinden esinlenerek kuzey yarım kürede yaşayan halklarda, yeni yılın ilk günü anlayışı farklı görünümleri olan ortak bir anlayıştır. Ancak konuyu yalnızca kuzey yarım kürede yaşayan halklara indirgemek konuyu aşırı sınırlandırmak anlamına gelebilir. Yeni yılın ilk günü anlayışı hemen bütün geçmiş ve günümüz toplumlarında şenlik ya da bayram olarak hatırlanmaktadır. Ancak yılın ilk günü olarak farklı mevsimlerin ya da günlerin tercih edilebildiğini görüyoruz.
Yeni yılın ilk günü geleneğinin eski Mısır medeniyetinden kaynaklandığı ifade edilmektedir. Bu devirlerde yeni yılın ilk gününün güzün (eylül 21) kutlanıldığına işaret edilmektedir. Fakat aynı günün, Batı Anadolu’da MÖ. 5 yy’a kadar, gecenin en uzun günü olduğu günde (aralık 21 ) kutlandığı tespit edilmiştir.
Yahudilerde ise yeni yılın ilk günü, sivil faaliyetler için güzün (ekim 1), dini faaliyetler için ise ilkyazda (mart 21) kutlanıyordu (Nadas, 1995: 18).
Hristiyanlardaki paskalya bayramı, eskiden kışın ölüp ilkyazda dirilen tabiat için yapılan bir bayram idi. İznik Konsilinde (325) Hristiyanların dini inancıyla birleştirilen bu gelenek Hz. İsa’nın ölüp dirildiği gün biçiminde dini bir bayram kimliğine dönüşmüş ve mart 21’i izleyen pazar günü olarak belirtilmiştir (Büyük Larousse, 1994: 14, 9210).
Görüldüğü gibi tarihin her döneminde ve bütün coğrafyalarda insan tabiat ilişkisi vardır. Bundan ötürü kuvvetle muhtemeldir ki, nevruz da tabiatla ilgili bir bayramdır. Ancak ideolojik yaklaşım ile dini yaklaşım, tabiatçı yaklaşımı gölgede bırakmaktadır.
NEVRUZ GELENEĞİNE BAĞDAŞTIRICI YAKLAŞIM
Orta kuzey yarım kürede yaşayan halklar zorlama ile nevruzu sahiplenmek istemektedirler. Bu durum ise bazı tartışmalara yol açmaktadır. Oysa birbirlerine geçmişte ve günümüzde komşu olan halkların kültürel etkileşim içinde olmaları tabiidir. Tarihi kaynaklara ve özellikle Şehnamede ele alınan konulara baktığımızda İran halkı ile Türk boyları arasında sıkı ilişkiler vardır. Bu durum da nevruz vb. geleneklerin hangi halka ait olduğu konusunda tartışmaları da yanında getirmektedir.
Nevruz, bir yönü ile ideolojik bir yaklaşımla mitolojilere ve efsanelere dayanan milli bütünleşme aracı olurken, bir yönü ile de tabiatçı bir yaklaşımla kuzey yarım kürede büyük bir coğrafyayı kapsayan, tabiat insan ilişkisini en açık bir biçimde temsil eden daha sonra da insan-insan ilişkisine dönüşen ulusal ve uluslar arası bir etkinlik kaynağı olarak görülmelidir.
Gelenekler menşei itibarıyla mitolojilere ve efsanelere dayalı olabilirler. Ancak mitolojiler ve efsaneler bir milletin fikir ve düşünce tarihine de ışık tutarlar (Öğel, 1971: I, IV). Geleneğin menşei ile ilgili rivayetler muhtelif olabildiği gibi birbiri ile örtüşmeyen rivayetler de olabilir. Ayrıca sözlü kültürün hakim olduğu toplumlarda rivayetler kuşaktan kuşağa geçerken anlam kaymasına yol açabilecek bazı ekleme, kısaltma ve yakıştırmalara da uğrayabilir. Bilindiği gibi doğu toplumları daha çok sözlü kültürün hakim olduğu toplumlardır. Nevruz geleneğinin menşei hususuna bir de bu açıdan bakılmasında yarar vardır.
SONUÇ VE ÖNERİLER
Nevruz kuzey yarım küredeki bazı ülkelerde, bu arada Türkiye’de ve öbür Türk cumhuriyetlerinde ilkyazın gelişi nevruz adı altında çeşitli etkinliklerle kutlanmaktadır. Türkiye’de 1920’li yıllardan sonra nevruz kutlamaları uzunca bir fasıla dönemi geçirmiştir. Son sekiz on yıl içinde tekrar bahar bayramı olarak ilan edilmiş ve resmi makamların da katılımı ile yeniden kutlanmağa başlanmıştır. Yeniden kutlanmağa başlanmasının iki gerekçesi vardır. Birincisi bağımsızlıklarına kavuşan Türk Cumhuriyetleri ile dayanışma sebebi olarak görülmesi, ikincisi ise bazı bölücü örgütlerin nevruzu kendi emellerine alet etmelerinin önüne geçmek düşüncesidir. Aslında her iki gerekçe de makul olmasına karşın, istenilen sonuç elde edilememiştir. Nevruz bir tabiat hadisesi olmasına rağmen, elbette ki, sosyal, siyasi, ulusal ve uluslar arası boyutları da vardır. Bu boyutları itibarı ile nevruzun, ulusal ve bölgesel bir sorun olduğu ya da en azından bir sorun olma istidadı gösterdiği görülmektedir. Gerekçeleri ise:
Nevruzun yalnızca Türklere ait milli bir bayram olduğu görüşü: Bu yaklaşım, uluslar arası boyutta, bazı ülkelerle ve bazı etnik unsurlarla bir kültürel sürtüşme ve ayrışma sebebi olabilmektedir. Oysa kuzey yarım kürenin ön Asya orta kuşağında bulunan ve Türklerin çoğunlukta olmadığı bazı Türk olmayan ülkelerde yine aynı nevruz adıyla her ne kadar söylenişi farklı olsa bile kutlanmaktadır. Örneğin İran ve Afganistan gibi iç içe geçmiş olan bölgede nevruz birleştirici bir unsur olacağı yerde ayrıştırıcı bir unsur olmamalıdır. Biz Türkler Efsanelerimize ve uygulamalarımıza bakarak nevruzun bir Türk bayramı olduğunu kabul edebiliriz. Nevruzu bizim Türk bayramı kabul ederken bir başka ulus da aynı gerekçelerle aynı şeyi iddia edebilir. Böylece nevruz bir kültürel sürtüşme noktası haline gelebilir. Oysa nevruz konusunu, ortak bölgesel bir bahar bayramı, ancak algılama biçimlerimiz, kutlama tarzlarımız farklı olabilir biçiminde ortaya koyarsak, sürtüşme sebebi olmaktan çıkar, bölgesel-uluslar arası barış unsuru haline gelebilir.
Nevruzun bir Mecusi geleneği olduğu görüşü: Ulusal boyutu itibarıyla baktığımızda, farklılıkların bir ülke gerçeği olduğu yadsınamaz. Bu anlamda bazı Sünni kesimler nevruzun İslam öncesi döneme ait bir Mecusi geleneği olduğunu iddia ettikleri için nevruzla ilgili etkinliklere pek sıcak bakmamaktadırlar. Bazı Sünni kesimler ise nevruz etkinliklerinin İslam’a ters düşen bir yanının olmadığını bu etkinliklere katılarak göstermektedirler. Oysa geçmiş uygulamalar, özellikle de Osmanlı dönemi saray uygulamaları bize, nevruzun dini açıdan bir sorun olmadığını göstermektedir. Sosyal barış açısından nevruzla ilgili çeşitli sempozyum ve panellerle konunun her yönü açıklanmalıdır.
Bugünkü haliyle nevruz etkinlikleri halkın ilgisini çekmeyen kapalı devre bir etkinlik görünümü içindedir. Konu bütün yönleri ile açıklanmayacak olursa halkın bir bölümü nevruza sahip çıkar bir bölümü de karşı çıkarsa ya da en azından ilgisiz kalırsa yeni bir sürtüşme konusu çıkabilir. Nevruzun zulüm ve baskıdan kurtuluşun bayramı olduğu görüşü: Bilindiği gibi aşağı yukarı bütün ön Asya ülkelerinde Dahhak-demirci Kava efsanesi anlatılır. Bu efsanede Dahhak zalim ve müstebit bir hükümdar, Kava ise zalim hükümdarın zulmüne son veren bir kahramandır. İşte bazı gruplar kendilerine zulüm edildiği gerekçesi ile nevruz gününde adeta zulümden kurtuluşun provasını yapmaktadırlar. Belki de nevruz kavramının getirdiği en önemli sorun bu nokta olmaktadır. Demirci Kava ile aralarında tarihi ve sosyoetnolojik bilimsel bir karine dahi olmamasına rağmen bu meşhur efsaneyi kendilerine uyarlamaktadırlar. Bu bütünüyle bir çarpıtmadır. Ancak bu durum sosyolojik bir hadise olarak da karşımızda durmaktadır ve çözüm beklemektedir. Her yıl nevruz kutlamaları Türkiye’nin bazı bölgelerinde tedirginlik günü haline gelmiştir. Daha önceki yıllarda nevruzu adı geçen bazı gruplar yoğunluklu olarak sözünü ettiğimiz gerekçe ile kutlamakta iken resmi zevat bu kutlamalara katılmıyor ya da en azından ilgisiz kalıyorlardı. Son yıllarda ise ülke genelinde, resmi zevatın öncülüğünde yapılan etkinlikler alternatif bir kutlama biçimine dönüşmüştür. Böylece fiilen iki ayrı etkinlik ortaya çıkmaktadır. Bu haliyle nevruz etkinlileri, Türkiye’de sosyal bütünleşmeye katkı sağlayacağı yerde ulusal bir sorun haline dönüşmektedir.
Ortak kültür unsurları ulusal ve uluslar arası barışa, dayanışmaya ve işbirliğine yol açtığı sürece anlamlıdır. Nevruz geleneği orta kuşak kuzey yarım kürenin, özellikle de Asya, kısmen de bazı Avrupa ülkelerinin ortak etkinlik kaynağıdır. Bu açıdan baktığımızda, nevruzun ulusal ve uluslar arası barışa, dayanışmaya ve işbirliğine yol açabileceği açıktır. Ayrıca ülke turizmine ve tanıtımına da katkısı olacaktır. Nevruz bir bahar bayramıdır. Hiçbir gerekçe ile yalnızca bir ulusa ya da bir etnik gruba ya da her hangi bir gruba hasredilmemelidir.
Öneriler:
* Ulusal boyutta, halklar nevruz hakkında yeterli ve doğru bilgiye sahip olmadığından yanlış kanaatlere sahiptirler. Halklar her türlü araç gereçlerle aydınlatılmalıdırlar.
* Yine ulusal boyutta, yeni bir tartışmaya yol açmayacak bir üslupla Dahhak-Demirci Kava efsanesinin menşei Türk halkına ve bütün kesimlere anlatılmalıdır.
* Uluslar arası boyutta ise, bahar bayramı, bölge uluslarının tamamını kapsayacak bir biçimde festivale dönüştürülmelidir. Bu yapılanma ya da organizasyona, katılmak isteyen bütün komşu uluslara da açık tutulmalıdır. Bu organizasyonun öncülüğünü Türkiye yapabilir. Bu organizasyonun özellikle bölge barışına katkısı olacağı gibi, Türkiye’ye uluslar arası arenada büyük bir itibar de kazandıracaktır. Ayrıca bu organizasyon ile ulusal sınırlar içinde nevruzu bahane ederek kargaşa çıkarmak isteyen bazı gruplar da yan geçilmiş olacaktır.